Roman bir edebi türdür. Gerçek hayatın bir yazar tarafından kurmaca bir evrende hayal gücü ile yeniden kurgulanması ile ortaya çıkar. Romanlar yaşanmış veya yaşanabilir olayları anlatır. Roman türünün hem bizde hem de dünya edebiyatında çok çeşitli evreleri olmuştur. Bazı dönemlerde gerçek hayata yaklaşmış bazen de gerçeklerden tamamen uzaklaşıp tamamen hayale dönüşmüştür.
Romanlar yazarının kültürüne, bilgi birikimine, hayal gücüne, dil ve üslubuna göre şekillenir. Ayrıca yazıldıkları dönemin zihniyetini yansıtır.
Bir edebi tür oldukları için temelde okurda zevk ve heyecan yaratmak amacıyla yazılırlar
Romanlar olay çevresinde gelişen edebi türlerden anlatmaya bağlı metinler arasında yer alır.
Romanlarda kişi, yer, zaman, olay ve anlatıcı unsurları bulunur.
Roman türü edebiyatımıza Tanzimat Dönemi’nde Batı edebiyatından(Fransız) çeviri eserler yolu ile girmiştir. (Türk edebiyatında roman türü Tanzimat’tan önce olmamasına rağmen bu türün kimi özelliklerini karşılayan mesneviler vardır.) Roman türünün bilinen ilk örneği Don Kişot’tur. Bu eser 17. yy.da İspanyol yazar Cervantes (Servantes) tarafından yazılmıştır. (Eserde şövalye hikayelerinde anlatılan olayların ve hikaye kahramanlarının büyüsüne kendisini kaptırmış bir insanın gülünç hikayesi anlatılmaktadır.)
Türk edebiyatında ilk yerli roman Şemsettin Sami’nin yazmış olduğu “Taaşşuk-u Talat ve Fitnat”tır. İlk çeviri eser ise Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon isimli yazardan çevirdiği Telemaque(Telemak) adlı eserdir. Tanzimat’ta yazılan romanlar birer örnek niteliğindedir. Bu dönemde başarılı eserler yazılsa da esas Batı edebiyatı ölçüsünde eserler Servetifünun döneminde yazılmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil’in yazmış olduğu “Mai ile Siyah” adlı eser ile edebiyatımızda roman iyiden iyiye olgunlaşmış ve sevilen bir tür haline gelmiştir.
Milli Edebiyat ve daha sonra Cumhuriyet Dönemi’nde hem roman yazarlarının hem de bu türde yazılan eserlerin sayısı oldukça artmıştır.
Edebiyatımızda 1923 ile 1950 yılları arasında yazılan romanlar tarihimizin en çalkantılı dönemlerine ışık tutmuştur. Bir yandan yeni Cumhuriyetin ilke ve devrimlerinin toplumu yeniden şekillendirmeye başlaması, bir yandan Batılılaşma ve modernleşme çabaları yazarları doğal olarak bu konulardan bahsetmeye itmiştir. Ayrıca köylerin kalkınması ve Anadolu insanının eğitim-okul, sağlık, su, yol gibi ihtiyaçlara ulaşması, yazarların Köyü ve köylüyü ayrı bir başlıkta ele almasını gerektirmiştir. Yine bu dönemde ele alınan konulardan biri de Kurtuluş Savaşı’dır. Bu büyük mücadeleye şahit olan veya anlatılan hikayeleri dinleyen yazarlar, mücadelenin büyüklüğünü, sergilenen kahramanlıkları ve savaşın bıraktığı izleri eserlerinde dile getirmişlerdir.
Kurtuluş Savaşını anlatan yazarlar ve eserler şu şekildedir:
Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Yaban
Halide Edip Adıvar: Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye
Kemal Tahir: Yorgun Savaşçı
Ahmet Hamdi Tanpınar: Sahnenin Dışındakiler
Tarık Buğra: Küçük Ağa
1923 ile 1950 arasında yazarlar, romanlarda aydın ve toplum arasındaki ilişkiye değinmişlerdir. Romanlarda Türk aydınının kendi toplumuna yabancı kalmak istememesi, kahramanın toplum ile kaynaşma çabaları, kendi iç dünyası, arzu ve beklentileri anlatılmaktadır. Bu dönem romanlarında modernist bir anlayışın benimsendiği görülür.
1940’tan sonra yazılan romanlarda ilk göze çarpan özellik ise sosyal realizmdir. Anadolu’yu İlk defa yakında gören ve tanıyan yazarlar gözlemleri karşısında büyük bir burukluk ve üzüntü yaşamıştır. Anadolu uzun yıllar boyunca unutulmuştur. Halk eğitimden ve okuldan uzak kalmıştır. Toplum çağın çok gerisindedir. Savaşın bıraktığı izler daha çok tazedir. Açlık ve sefalet hat safhadadır. Birçok köyde yol, su ve elektrik yoktur. Halk topraktan uzak kalmıştır. Bazı yörelerde ağalık düzeni hüküm sürmektedir. Yanlış inanışlar ve hurafeler topluma egemen olmuş ve halkın dini duyguları sömürülmüştür. Kadın sosyal hayattan tamamen koparılmış ve ezilmektedir… İşte bütün bu sorunlar hem yazarları üzmüş hem de onları bu konular üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. Bunların da etkisiyle romanlarda çoğunlukla toplumcu gerçekçilik eğilimi tercih edilmiştir.
1923 ile 1950 arasında eser veren romancılar şunlardır:
Halide Edip Adıvar
Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Reşat Nuri Güntekin
Aka Gündüz
Peyami Safa
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Örnek:
Değirmen
Bir kere kızın kendisinden bir şey öğrenmek imkân dışındadır. Babalığının oğlu yani kardeşliği için söylese inanılmaz; çünkü sığıntı olarak kapılandığı eve gelin olmak için bir iftirada bulunmadığı ne malûm? Jandarmayı söylese belki köylüsünü korumak için bunu yapmıştır; köylü için söylese jandarmanın tehdit etmiş olması akla gelebilir. Yahut belki bunların üçü de doğrudur, hatta kazanın kazadan çok evvel irili ufaklı bir sürü serseri ile bahçelerden yemiş ve zerzevat çalmaya gittiği, düğün evlerinde oynadığı tarlalarda, viranelerde yatıp kalktığı günlerde olmadığını kim temin edebilir?
En doğrusu, kasabayı birbirine katmaktansa babalığının, baş göz sadakası, daha bir beş on lirayı gözden çıkarması, hükümetin de yardım ile kızı İstanbul’da bir yere aşırmasıdır.
…
Yalnız Naciye şimdi artık eski Naciye değildir. İstanbul mekteplerinde okumaya gönderilmiş en kabiliyetli memleket çocuklarından birçoğunun fena doktor, fena avukat, fena mühendis olarak geri dönmüş olmalarına mukabil o, sanatının tam eri bir kokottur. Şık çarşafları, elmas yüzükleri, hatta biraz hazır parası vardır ve marifetlerinin hepsi bundan ibaret değildir...
Çehresi gibi hareketleri ve konuşması da inanılmaz derecede başkalaşmıştı.
Sancak merkezinde ve kazada nüfuzlu hamiler buluyor, onları aralarında hır çıkmadan idare ediyor.
…
Reşat Nuri Güntekin