Halk Fıkraları, Bektaşi Fıkraları

Geniş bir kültür ve hayat birikimine sahip bir milletin çeşitli olay ve durumları bu kültür ve birikimi kullanarak kıvrak bir zeka ile alaya alması, gülmece ile süslemesi elbette kaçınılmazdır. Genel Türk tarihinin her açıdan en maceralı, çalkantılı dönemi 13 - 14. yüzyıldır. Bu yüzyıllarda yaşanan olumlu olumsuz birçok olay Anadolu insanına hayat tecrübesi olmuştur. Farklı milletlerin, kavim ve beyliklerin kültür, dil, din kaynaşması zengin bir medeniyetin doğmasına vesile olmuştur. Halk fıkraları sosyal hayatın ilk bakışta, düşünüşte görülmeyen yönlerini gözler önüne serer. Bu fıkralar en basit olaylarda insanı derinden etkileyen bir yön, felsefe olabileceğini bizlere göstermiştir.

Bektaşi Fıkraları:

Anadolu’da halk arasında fıkra kültürü, fıkra edebiyatı Bektaşi tarikatı mensuplarınca oluşturulmuştur. Bektaşiler hem dini içerikli hem de din dışı fıkralar anlatarak halkın gülme ihtiyacını gidermiş; bazı dini mevzuların halk tarafından düşünülmesini sağlamışlardır.

Bektaşi fıkraları zaman içinde bir gelenek olmuş, türlü komik olaylar sanki bir Bektaşi’nin başından geçmiş gibi anlatılmaya başlanmıştır. Bu fıkralar çoğunlukla “Bektaşi’nin biri” ifadeleri ile başlatılır. Ve yine çoğunlukla İslamiyet ile yeni tanışan Müslüman Türk toplumunun acemilikleri konu edilmiştir

Örnek:

Bektaşi’nin biri bir gün kaba sofu bir imamın arkasında namaza durur. Namaz bitip de dua faslı başlayınca imam cemaatin de duyması ve örnek alması için yüksek sesle dua eder. Duasında Allah’ım iman ver, sabır ver, haramı helalden ayırt etme gücü ver gibi yakarışlarda bulunur. Onu duyan cemaat de imam gibi yakarışlarda, isteklerde bulunur. Bunun üzerine Bektaşi yine onlar gibi duyulur bir sesle: Allah’ım mey (şarap, içki) ver, karnım doysun; istersen haram olsun rızık ver, bir yerde sebat; bol avrat ver der. Bunu duyan imam ve cemaat homurdanmaya başlar. Bektaşi böyle yakarmaya devam edince imam dayanamaz: Abe! Adam, sende hiç utanma yok mu? Bu nasıl dua, insan haram rızık, içki, kadın ister mi, aklını mı kaçırdın? diye Bektaşi’yi azarlar. Cemaat de Bektaşi’ye böyle çıkışınca Bektaşi şunları söyler: Ey! İmam efendi, bana kızma; sen dua ettin baktım, düşündüm, dedim ki herhalde herkes kendinde olmayanı istiyor. Bende senin saydıkların zaten var. Olmayan ne varsa ben onu istedim…

Nasrettin Hoca Fıkraları

Anadolu’da Türk hayat felsefesinin ve ortak Türk zekasının en güzel temsilcisi Nasrettin Hoca’dır. Türk halkı arasında fıkra edebiyatının Bektaşi’ler tarafından oluşturulduğunu ve yayıldığını söylemiştir. Bu edebiyat zaman içinde zenginleşmiş ve en zengin haline Nasrettin Hoca ile kavuşmuştur. O Anadolu’da tüm güldürü hikayelerinin ana kahramanı haline gelmiş; bütün bir Türk zekasını, düşünüş ve felsefesini şahsiyetinde toplamıştır. Sadece bir milleti temsil etmekle de kalmayıp tüm insanlığı tebessüm ettiren ilginç davranışları, yaklaşımları ve bakış açısı ile evrenselleşmiştir.  Orta Asya’dan Avrupa’ya farkı kavimlerde fıkraları anlatılmıştır. Halk arasında çok sevilmiştir. Öyle ki ölümünden sonra dahi adına fıkralar söylenmiştir. Tüm komik hikayelerin kahramanı olmuştur. Yine farkı coğrafyalarda farklı isimler ile karşımıza çıkan, eşeğe ters binen, göle maya çalan Nasrettin Hocanın ta kendisidir. İlerleyen yüzyıllarda dahi yaşamış, adı ile ölümsüzleşmiştir.

Nasrettin Hoca haksız kadı(yönetici), düzenbaz esnaf, cahil, halden anlamaz, bağnaz, kendini beğenmiş vb. insan karşısında saf, dürüst ve akıllı Anadolu insanını temsil eder. O olay ve durumlara sıradan insanın baktığı gibi bakmaz. Olaylarda herkesin göremediği incelikleri görür. Bir gün develerin kanadı olmadığı için şükür duası eder; başka bir gün yaramaz çocuklardan kurtulmak için ağaca terlikleri ile çıkar, bazen kurnaz bir komşuya haddini bildirir. Doğa ile konuşur, kediden hesap sorar, kuşa nispet yapar…

nasrettin hocaNasrettin Hocanın Hayatı

Bu nüktedan, akıllı ve kültürlü Anadolu düşünürü hakkında kaynaklarda yeterli bir malumat yoktur. Nasrettin Hoca hakkında en kayda değer bilgi 19. Asırda yaşamış Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendinin Mecmua-i Maarif adlı eserinden elde edilmiştir. Buna göre Hoca, Akşehir’in Sivrihisar beldesi civarında 13 – 14. Yüzyıllar arasında yaşamıştır. Konya ve Akşehir’de ilim tahsil edip kadılık, hocalık, imamlık gibi işlerle meşgul olmuştur. Bunlar dışında O’na dair, şahsiyetinden kılık kıyafetine varana kadar, her türlü bilgi ancak tahmin üzeredir ve rivayetten ibarettir.

Nasrettin Hoca hakkında birçok Türk ve yabancı bilim adamı araştırma yapmış, makale ve kitap yayınlamıştır. Bunlar arasında en dikkat çekenler Pilerre Mille’in Nesrettin et son Epouse isimli romanı(Paris 1918); Edmonde Saussey’nin La Litterature Populaire adlı eseri ve Türk araştırmacılarından Fuat Köprülü’nün Nasrettin Hoca ( İst. 1918) isimli eseridir.

Örnek:

Develerin Kanadı Yok

Nasrettin Hoca imamlık yaptığı vakitlerde bir gün cemaat: “Ya hu! Hocam her gün aynı duayı ediyorsun, bugün de farlı bir dua et de amin diyelim demiş” Hoca hemen anlamış ki cemaat kendisini sınamakta. O vakit düşünmüş ve şöyle bir derin nefes çekip “ Ey Allah’ım iyi ki develerimizin kanadı yok, sana çok şükür” demiş. Cemaat hep bir ağızdan amin demiş; ama bu dua gariplerine gitmiş. İçlerinden biri “Hocam bu duruma niçin şükür ediyoruz, develerimizin kanadı olsa güzel olmaz mıydı?, nereye istesek uçar giderdik demiş.” Hoca da adama “ A be gafil! Ya bu develer uçup uçup damlarımıza konsaydı ne yapardık, damlarımız çökmez miydi? Maazallah.” deyip tekrar  “Şükür ya rabbi” demiş bu sefer cemaat yine hep bir ağızdan amin demiş ama gülmekten de kendisini alamamış.