Oğuz Türkçesi, XIII. Yüzyılda Anadolu
Tasavvuf Nedir? Tasavvufi Türk Edebiyatı
Özellikle Batı Oğuz Türkleri için, Anadolu’nun XIII. yüzyıldaki siyasi ve edebi , tarihi, farklı yönlerden, son derece önemlidir. Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun, siyaset ve medeniyet alanlarında en güçlü devirler bu yüzyıla denk geldiği gibi, Anadolu’nun büyük içsel bunalımlarla sarsılması, Moğolların Anadolu’yu işgali, nihayet büyük imparatorluğun dağılması, Anadolu’nun her tarafında yeni beyliklerin ortaya çıkması da hep bu döneme aittir. Anadolu’nun daha sonraki asırlarda ortaya çıkan edebi ve siyasi hayatı (Osmanlıda Siyasi ve Edebi Hayat) daha iyi anlamak için bu dönemin hakkıyla incelenip kavranması lazımdır. Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli hep bu yüzyılda yetişmiş büyük alim ve şairlerdir. Yine bu yüzyılda Anadolu’ da yüce bir medeniyetin doğuşuna zemin hazırlamış, Sufilik, Babailik, Bektaşilik, Mevlevilik gibi Türk tarikatları ortaya çıkmıştır. XIII. asır Anadolu’da Türk edebiyatının filizlendiği asırdır. Bu yüzyıl siyasi ve edebi alandaki çeşitlilik nedeni ile bir "buhran ve İntikal" asrı olarak kabul edebilir. Bu çeşitlilik nedeni ile her alanda tezatların varlığı dikkat çeker. Siyasi alanda beyliklerin müşterek veya bireysel mücadelesi, edebi alanda İslam medeniyetinin etkisi ve eski Türk edebiyatının muhafazası bu yüzyılı tezatlar yüzyılı yapmıştır.
XIII – XIV. yy. da Anadolu’da Meydana Gelen Sosyal ve Siyasi Olaylar
Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı
Selçuklu Devleti, saltanatın küçük kardeşine verileceğini hissedince babasını öldürüp yerine geçen Gıyaseddin Keyhüsrev'den sonra çöküş devrine girdi. Padişahın kötü yönetimi, basiretsizliği, küçük beylikleri özellikle Harizm emirlerini küstürmesi sonucu devletin yıkılmasına ve Anadolu memleketinin harap olmasına neden oldu. İçerde dönen entirikalar ve Babailerin çıkardığı isyan ile irili ufaklı dini, siyasi diğer isyanlar nedeni ile devletin güçten düşmesini fırsat bilen İlhanlılar (Moğollar), Köse Dağ savaşında Selçukluları yenilgiye uğratmış ve vergiye bağlamıştır. Moğolların hükümranlığı sırasında halka zulmetmesi, ara sıra çıkan isyanlar, Mısır Memluklerinin Anadolu’ya hakim olmak istemesi, şehzade rekabetleri halkı canından bezdirmişti. Bu kötü vaziyet, Moğol tahakkümü ancak ilerde –XIV. asırda Karamanlıların güçlenmesi ve Osmanlı devletinin kurulup yayılması ile son bulmuştur.
İç Bunalımlar ve Mücadeleler
Özellikle Moğol istilası nedeni ile Anadolu’ya Türkmen göçleri hızlanmıştı. Büyük sermaye sahibi insanların paralarını ve mallarını Moğollardan kurtarmak istemesi bu insanları o zaman Anadolu’daki Konya gibi büyük şehirlere göçe zorlamış; yine farklı coğrafyalarda yaşayan alim, bilgin kişilerin Moğol zulmünden kaçması Anadolu’da hızla nüfusun artmasına neden olmuştu.
Bu dönemde Anadolu’da göçebe kültür ile yetişen ve öz kültür, gelenek ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlı Türkler ile şehir hayatına alışkın, İslam kültür ve medeniyetini benimsemiş Sünni Müslüman Türkler arasındaki tezat, özellikle eski geleneklerine bağlı İslam’ı yeni tanımış göçebe Türkmenleri baskı altına almak istemesi çatışmalara neden olmuştur. Bunlardan ilki Babai Ayaklanması olarak bilinen Türk- Alevi göçebelerin isyanıdır. Baba İshak olarak bilinen bir dervişin Selçukludaki siyasi karışıklıktan yararlanarak kendine bağlı aşiretleri ayaklanmaya davet etmesi ile birçok Anadolu ilinde isyan başladı. Selçuklunun isyanı bastırmak için ilk gönderdiği ordu yenildi. Türkmenlerin isyanı sonunda imparatorluğun özel bir ordu göndermesi ile son buldu. Baba İshak ve kendine bağlı birkaç müridi yakalanarak idam edildi.
Selçukluda Sanat ve Bilim
XII. yüzyılın ikinci yarısında güçlü ilim ve sanat hayatı, XIII. yüzyılda, Anadolu’daki büyük medeniyetin kültür ve ekonomik alanda gelişmesiyle de uygun olarak ilerlemiş hatta, Moğol istilasından kaçan alim ve sanatkar zümrenin daha sakin gördükleri Anadolu sahasına yönelmesi de bunu çabuklaştırmıştı. İşte bu alim sınıfı arasında Mevlana , Hacı Bektaş-ı Veli gibi önemli isimler yer almaktadır. Bu yüzyılda özellikle dönemin beyleri sultanları adına çevrilen eserler Anadolu’da sanat ve edebiyat hayatının zenginleşmesini ve gelişmesini sağlamıştır.
TASAVVUF EDEBİYATI
İlk temellerinin XII. yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından atılmıştır. İslam felsefesine yeni bir bakış getirme, değerlendirme olasıdır. Tanrıyla evren, Tanrı’yla insan ilgilerine, yaradılışına ve insan aklının çözemediği bütün problemlere, din kitaplarna göre değil de, bağımsız düşünüş yoluyla anlam vermeye çalışan felsefe sistemidir. Tasavvufa uygun düzenlere "sofi" ya da "mutasavvıf” denir. Tasavvuf, "Vahdet-i Vücud(Tek varlık)", "Tecelli" (evren ve varlıkların oluşumu), "Aşk" (Beşeri ve Tanrı aşkı), “Fenafillah” (Allah aşkı ile kendinden geçme.), “Sufi, Sofi” (İçinde Allah sevgisi taşıyan ve Tevhid anlayışına göre yaşayan kişi.) ve "insan" (eşref-i mahlukat: mahlukların en şereflisi) teorileri üzerine oturur.
Tasavvuf Edebiyatının Özellikleri:
- Dil halkın dilidir.
- Hece ölçüsü kullanılmışta'.
- Dörtlük birimiyle yazılmıştır.
- Daha çok yarım kafiye kullanılmıştır.
- Allah ve Allaha karşı duyulan aşk temaları işlenmiştir.
- Konular şathiye, ilahi (nefes), hikmet, devriye vb. türlere ayrılmıştır.
Anadolu’da Büyük Mutasavvıflar, Sufiler
a- Mevlana Celalcddin Rumi
Harizm’in tanınmış alim ve mutasavvıflarından Sultanü’l-Ulema Bahaüddin Veled’in oğlu olup, 604’de Belh şehrinde doğmuştur. Önemli bazı sebepler dolayısıyla babasıyla beraber Anadolu’ya gelmiştir, Büyük Alaeddin Keykubad zamanında Konya'da yerleşti. Gerek babasından, gerek onun 628’de ölümünden sonra dokuz sene beraber bulunduğu Seyyid Burhan Tırmızi'den tamamıyla "zahidane" bilgiler almıştı. Bundan dolayı bir taraftan dersler ile, diğer taraftan ise Gazali’nin şeriat hükümleriyle tamamıyla telif ettiği tasavvufla meşgul oluyordu. İşte bu sırada Şems Tebrizi adlı rind ve uçarı mizaç bir dervişin Konya’ya gelip kendisi ile felsefi nizamda buluşup konuşması (643), Mevlana'nın maneviyatı üzerinde büyük değişiklikleri vesile oldu. Mevlana, kendisi gibi derin bir ilme ve idrake sahip bir düşünür ile tanışmış oldu. Şems Tebrizi gerçekten de derin bir ilim sahibi iyi bir düşünürdü. Onun dünya ve ahiret konusundaki yorumları ve dünyevi olaylara bakış açısı Mevlana’nın tez zamanda hayranlığını kazanmasına sebep olmuştu. Bu hayranlık zaman içinde Mevlana’nın eski telakkileri terk edip yeni bir anlayışla semazenliğe başlamasına vesile oldu. Mevlana ile Şems arasındaki derin muhabbet, Mevlana’nın sohbet çevresinde kıskançlığa yol açtı. Şems, bu düşmanlık ve gizli hiddet yüzünden bir aralık Konya’yı terk etti ise de Mevlana’nın ısrarları karşısında geri geldi. Fakat düşmanlık ve hiddet son bulmadı, bir vakit Şems hiç kimseye bir şey söylemeden ortadan kayboldu. Bir daha da ondan bir haber alan olmadı. Bu ani kayboluş hakkında sonraları birçok rivayet söylense de gerçekte Şems’e ne olduğu hiçbir zaman bilinemedi.
Mevlana’nın duyduğu derin üzüntü gerçek hayatta onun acı çekmesine neden olsa da edebi alanda en güzel gazeller yazmasına vesile oldu. Denilebilir ki Mevlana en güzel gazellerini bu ayrılık acısı ile yazmıştır. Bundan sonraki süreçte Mevlana, Çelebi Hüsamettin isimli bir sohbet arkadaşının ısrarı ile büyük eseri Mesnevi’yi yazmıştır. Çelebi Hüsamettin Mesnevi’lerin yazılmasında Mevlana’ya hem yarenlik hem de katiplik yapmıştır.
Mevlana yaşadığı dönemde hem Konya halkı hem de dönemin devlet adamları ve büyüklerinden hürmet görmüştür. Yaşadığı dönemden günümüze birçok mürit yetiştirmiş, görüş ve düşünceleri tüm dünyaya yayılmıştır. Mevlana, 672’de Konya’da vefat etti
Edebi Kişiliği ve Eserleri
Muinuddin Süleyman Pervane'ye ithaf etmiş olduğu “Fihi ma Fih” risalesi ile mektupları istisna edilecek olursa, Mevlana'nın en tanınmış verimi Mesnevi'si ve şahsiyetini, sanatını en iyi gösteren en kıymetli eseri ise Divan-ı Kebir’dir
Mesnevi hikayeleri ve özgünlüğü yönü ile başarılı olsa da eserde “Divan-ı Kebir"de olduğu gibi, göz kamaştırıcı sanatlı söyleyişler, mana derinliğine sahip düşünceler barındırmaz; hakikatte Mesnevi sırf tarikat gönüllülerine ve acemileri ilim erkan öğretmek maksadıyla vücuda gelmiş ahlakı- sufiyane bir mahsul olduğu için, tabiatıyla halkın orta seviyesine göre yazılmıştır. Dil ve nazım bakımından oldukça bozuk ve kusurlu olan bu eser, “tertip” bakımından da tenkit edilebilir
Mevlana'nın asıl şahsiyeti, coşkun bir aşk ve yüksek bir ilham ile yazıp “Divan-ı Şemsü’l-Hakayık” adı altında Şems Tebrizi’nin maneviyatına ithaf ettiği gazellerinde görülür. Lisan ve nazım itibarıyla oldukça bozuk ve kusurlu olan bu serbest manzumeler, yaradılıştan “mistik” bir ruhun en samimi ve coşkun hislerinin ana noktalarını zapt ve tespit etmek itibarıyla, Mevlana’nın duygu dünyasını doğrudan doğruya anlamak için en canlı birer örnektir. İskenderiye mektebinin siyasi fikirlerini biraz Hint, İran ve Arap bilinmezleri ile de karıştıran "Mevlana" için tasavvuf, belirlenmiş bir "muayyen kaideler ve akideler mecmuası" değil; duyulan, yaşanılan bir sevdir ki ancak "hads" ile yani "ilham" ve "aşk" yoluyla anlaşılabilir. Onun ruhunu bütün samimiliği, derinliği, çıplaklığı ile gösteren bu manzumelerdeki ilahi lirizm, onu İran edebiyatının belki en büyük sufi şairi saymaya kafidir. Mesnevi'de çok ağırbaşlı, donuk bir mürşit simasında gördüğümüz bu sufi, Divan'da tamamıyla coşkun bir aşıktır. Mesnevi'de Kelile ve Dimne’den, Çuha menkıbelerinden Mahmud ve Ayaz kıssalarından "Leyla ve Mecnun" gibi Arap hikayelerinden, kısas-ı enbiya ve evliya menkıbelerinden bazı kısımlar aldığı gibi, bazı parçalar da o devir saray hayatının, yahut mesela "Halep" şiilerinin Antakya kapısındaki matem ayinleri gibi umumi bazı hayat safhalarını da karşılıklı ilişkiler ile betimlemiştir. Tasvir ettiği birtakım açık seçik hayat bölümlerinde biraz fazla gerçekçi olması, manevi şahsiyeti ve eserini düzenlemedeki amacı düşünülünce, hiçbir suretle muaheze edilemez. İran edebiyatında birtakım mühim takipçiler yetiştiren Mevlana'nın Türk edebiyatı üzerindeki etkisi de XIII. asırdan başlayarak son zamanlara kadar oldukça geniş ve derindi.
Mevlevilik tarikatının da etkisi ile, şahsiyetinin asırlardan beri tam bir kudsiyet havası ile sarılmış olması, bunda şüphesiz belirleyici olmuştur. Bu etkileri, XIII. asırdan başlayarak edebiyatımızın çeşitli devirlerinde yazar ve şairler üzerinde göreceğiz.
Mevlana asla bir tarikat kurucusu değildi. O inancını ve fikirlerini özüyle yaşayan dindar bir düşünürdü. XIII. asırdan başlayarak hızla yayılan Mevlevilik, Mevlana’nın şahsiyeti ile öyle bütünleşti ki belirlediği yol ve kaideleri zaman içinde büyük bir tarikata dönüştü. Takipçileri Mevlevilik adına Anadolu’nun her coğrafyasında zaviyeler açıp ilim yaydı.
Mevlevilik Nedir?
Mevlevilik üç temele dayanır. Bunlar “sema”, “şiir” ve “musiki” dir. Tarikat ehli kişiler semayı, onun mahiyetinde tüm kainatı Allah’ı zikretmekle görevli bilmişlerdir. Doğadaki canlı cansız tüm varlıklar bir şekilde Allah’ı zikretmektedir. İnsanın sema’yı dönüşü ile taklit etmesi Mevlevilikte bir çeşit zikir ayinidir. Yine zikir kadar önemli bir unsur da Sühan yani “söz” dür. Söz asıl gücünü ve etkisini şiirden almaktadır. En etkili söz aracı şiirdir. Bu sebeple Mevlevilikte hoş söz söyleme önemli bir meziyettir. Mevlana cismaninin sürekli bir hareket halinde olduğunu ve bu hareketi esnasında çıkardıkları sesin bir İlahi müzik olduğunu düşünür. Bir keresinde Konya sokaklarında dolaşırken bir demirci dükkanından gelen çekiç sesi karşısında irkilmiş ve bu sesin ilahisine kendisini kaptırmıştır. Gerçekte alelade bir ses olan bu çekiç sesi ritmi ve sürekliliği ile Mevlana’yı çok etkilemiştir.
b- Hacı Bektaş Veli Hayatı ve Eserleri
XIII. yüzyılın önemli ve etkili şahsiyetlerinden biri de Bektaşi tarikatının kurucusu Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Bu asırda büyük halk kitlelerini etkisi altına almış, görüş ve düşünceleri ile Anadolu’da İslam’ın yayılmasına hizmet etmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli “Babai” halifelerindendir. Horasan’dan Anadolu’ya gelerek Kırşehir yöresinde Kara Öyük kazasına yerleşmiştir. Bu coğrafyada yaşayan göçebe Türkler arasında “Babai, Batıni” kaideleri yaymaya çalışmış ve bu uğraşında başarılı olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli şeyhlik silsilesini Ahmet Yesevi’ye kadar dayandırmaktadır.
Bektaşilik Nedir?
Bu tarikat kurucusu Hacı Bektaş-ı Veli’nin ismi ile anılmıştır. Bektaşilik kısa zamanda Anadolu’nun muhtelif coğrafyalarında yayılmış ve taraftar bulmuştur. Tarikatın kuralları ananeye uygundur. Bektaşilikte birçok tarikatın izleri görülür. Hacı Bektaş-ı Veli döneminin sufilerine uyarak Arapça olarak kaleme aldığı Makalat-ı Sufiyane adlı eserinde yalnız “On İki İmama İkrar”, “Tevelli”, ve “Teberri” tavsiye etmiş ve açıkça “Şi”’i meylinde bulunmuştur. Bektaşi tekkelerinde tasavvufi Türk Edebiyatı büyük gelişme ve ilerlemeler kaydetmiştir.
c- Yunus Emre, Hayatı ve Eserleri
Anadolu halk kültürü ve XIII. asır Türkçesinin en büyük şair ve düşünürü Yunus Emre’dir. Yunus Emre; Mevlana, Hacı Bektaş, Ahmet Fakih gibi dönemin önemli şairlerinin yanında halk dili ve kültürünü eserlerinde en iyi kullanan bir edip olarak çok önemlidir. Onun hayatı hakkında elimizde yeterli kaynak yoktur. Hayatı çeşitli rivayetler ile anlatılmaktadır. Bu rivayetlerin en sağlıklısı onun Horosan’dan gelen bir aileye mensup olduğu yönündedir. Yunus ve bağlı olduğu aile Anadolu’da Sivri Hisar’ın Sarı Köy bölgesine gelip yerleşmiştir. Yunus yaşayıp yetiştiği bu coğrafyada öz Türkçe ile söylediği ilahileri ile ünlenmiştir. Onun zamanının büyük alimlerinin dergahında yetişen bir derviş olduğu da rivayet olunur. Bu rivayetlerden birinde Yunus’un Taptuk Emre isimli bir şeyhin tarikatında 40 yıl odun çekmek ile görevli olduğu, 40 yılın sonunda çilesini tamamlayıp ermiş olduğu söylenmektedir. Ne zaman doğduğu, nerede yaşadığı ve mezarının nerede olduğu belli değildir. Ancak 1240 senesinde doğup 1320 senelerinde 82 yaşında vefat ettiği kabul görmektedir.
Yunus Emre’nin Edebi Kişiliği
Yunus Emre kendi döneminin önemli düşünür ve şairleri olan Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli ile kıyaslandığında onun tam bir halk şairi olduğu görülür. Eserlerini öz Türkçe ile yazan Yunus Emre, döneminde Anadolu’da bir edebiyat dili olarak görülen Arapça ve Farsçayı kullanmamıştır. Bu dillerde bilgisinin olmadığını düşünmek yanlış olur. Yunus Emre, şiirlerinde büyük düşünürlerin, fikir adamlarının sayfalar dolusu kitaplarla ancak anlatabildiklerini birkaç dize ile anlatabilmiştir. Şiirlerindeki biçim sadeliğinin yanında kendi yüzyılında hiçbir şairde görülmeyen mana derinliği vardır. Yunus bazen iki dize ile binlerce cümle ile anlatılabilecek fikirleri açıklayabilmiştir. (Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm). O, adeta tasavvufun Türk lisan ve kültürüne yansımış halidir. Eserleri günümüzde dahi terennüm edilip ezberlenmektedir.
Eserleri
Yunus Emre’nin XIII. yüzyıldan elimizde kalan iki büyük eseri bulunmaktadır.
Risaletü’n Nushiye: Yunus Emre’nin mesnevi türündeki eseridir. Bu eser iki kısımdan oluşur ve aruz ile yazılmıştır. Baştan 13 mısraın kalıbı, Fa’ilatün - Fa’ilatün – Fa’ilün; diğer kısımları ise Mefa’ilün, Mefa’ilün, Fa’ilün şeklindedir. Eser didaktik türdedir. İlk bölümlerde ateş, hava, su, toprak ve insanın yaratılış devriyesi anlatılır. Sonrasında ise akıl ve iman üzerine söyleyişler vardır.
Divan: Şairin esas büyük eseri divanıdır. Bu eserinde Yunus Emre’nin gerçek söyleyiş gücünü görürüz. Divandaki ilahi ve nefeslerinde Türk nazım biçimi olan dörtlükleri kullanmıştır. Söyleyişi yine sadedir. Yunus, edebiyatta “Sehl-i Mümteni” denilen sade bir dille kolay gibi görünen; ama mana derinliği olan şiirler söylemiştir. Şiirlerinin genel teması, dünyanın gelip geçici olduğu ve gerçek aşkın Allah aşkı olduğudur.
XIII – XVI. Asrın Önemli Şair ve Düşünürleri
Yukarıda adı geçen şair ve düşünürlerin yanında Sultan Veled, Ahmet Fakih, Aşık Paşa , Şeyyad Hamza ve divan edebiyatının kurucusu Hoca Dehhani gibi büyük şairler vardır.
Nazım Türleri ve Biçimleri
Bu asırda şiirlerde genellikle ilahi, nefes türleri ile mesnevi ve gazel nazım biçimleri kullanılmıştır.
a- İlahi
Tasavvufi halk edebiyatında, diğer bir adı ile Tekke Edebiyatında en çok kullanılan nazım türü “ilahi”dir. İlahi aynı zamanda Mevlevi şairlerince de çok kullanıldığı için bu tarikatın nazım türü olarak da bilinir.
Din, Allah aşkı, insanın yaradılışı ve varlık sebebi, dünyanın gelip geçici olduğu, nefis, haset, hoşgörü, ölüm gibi temaların lirik bir dil ile işlendiği tekke şiirlerine ilahi denilmektedir.
Özellikleri:
- İlahi bir nazım türüdür. Halk şiirinin, koşma, semai gibi nazım biçimleri kullanılak yazılabilir.
- Hem aruz hem de hece ölçüsü ile yazılabilir.
- İlahilerde dil sadedir.
- Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı 3 ile 8 arasındadır.
- İlk örnekleri XIII. yüzyılda görülmeye başlanmıştır.
- Halk şiirinde en önemli ilahi şairi Yunus Emre’dir.
Örnek:
“Şol cennetin ırmakları
Akar Allah deyu deyu
Çıkmış İslam bülbülleri
Öter Allah deyu deyu”
…
Yunus Emre
b- Nefes
İlahi gibi bir tekke edebiyatı nazım türüdür. Konu yönünden ilahi ile aynıdır. Daha çok Bektaşi tarikatına mensup şairlerce kullanıldığı için Bektaşi nazım türü olarak görülmüştür.
Din, tasavvuf, edep- erkan, güzel ahlak, doğruluk gibi temaların işlendiği Tekke şiiri nazım türüne “nefes” denir. Nefes adlandırması nefis’ten yola çıkılarak belirlenmiştir. Bu şiirlerde insanın nefsinin terbiyecisi olması ve ona kul - köle olmaması durumları anlatılır.
Özellikler
Türün özellikleri –yukarıda belirtilenler hariç- İlahiler ile aynıdır.
c- Gazel
Divan şiirinin en yaygın nazım biçimi gazeldir. Arap edebiyatından Farslara oradan da Türk edebiyatına geçmiştir. İlk örnekleri Hoca Dehhani ile XIV. asırda görülmeye başlamıştır. Arap kültüründe “kadınlar ile aşk, sevgi konularında sohbet etmek” anlamlarında gazel tabiri kullanılmıştır. Özetle gazellerin teması kadın, aşk ve eğlencedir( Şarap).
Özellikleri
- Gazeller aruz ile yazılır.
- Nazım birimi beyittir.
- Beyit sayısı 5 ile 15 arasındadır.
- Gazellerde süslü, ağır bir dil kullanılır.
- Gazelin ilk beytine matla, son beytine makta(kesilmiş), en güzel beytine ise Beytü’l Gazel veya şahbeyt (gazelin evi) denir.
- Tümünde aynı söyleyiş ahengine sahip gazellere yek- ahenk gazel; her beyti ayrı bir söyleyiş güzelliğine sahip gazellere ise tür olarak yek- avaz gazel denir.
- Sadece eğlenceyi ve hayattan zevk almayı anlatan gazeller rindane gazel olarak adlandırılır. Aşk ve kadın düşkünlüğü olan gazeller ise Şuhane gazel olarak nitelenir.
- Gazellerin kafiyelenişi aa, bb, cc … şeklindedir. Şiirin sonunda (makta) şair takma isim kullanır; buna mahlas denir.
Örnek:
Ne tende can ile semiz ümid-i sıhhat
Ne can bedende gam-ı firkatinle rahat olur
(Matla beyti)
Ne çare var ki firakınla eğlenem bir dem
Ne talim meded eyler visale fırsat olur
(hüsn-i matla)
Ne şeb ki kuyuna yüz sürmesem o ölürüm
Ne gün ki kametini görmesen kıyamet olur
(beyt-ül gazel)
Dil ise gitti kesilmez heva-yı aşkından
Nasihat eyledüğümce melamet olur.
Bela budur ki alıştı belalannla gönül
Gamın da gelse dile bais-i meserret olur
(hüsn-i makta)
Nedir bu tali ile derdi Nef’i zann
Ne şuhu sevse mülayim dedikçe afet olur
(Makta beyti) (Nefi)