XIV. Yüzyıldan XIX. Yüzyıl Ortalarına Kadar Osmanlı Edebiyatı

Olay Çevresinde Oluşan Edebi Metinler

Mesnevi Nedir?

Mesnevi bir Klasik Türk edebiyatı nazım biçimidir. Kelime olarak “ikişer”, “ikilik” anlamına gelmektedir. Kaside, gazel gibi nazım biçimlerinden ayrılan en önemli özelliği kafiye düzenidir. Mesnevilerde her beyit kendi arasında kafiyelidir. Bu özelliği sayesinde şairler kafiye bulma zorluğu çekmemiş, çok uzun şiirler yazabilmiştir.

Kafiye Şeması: aa – bb – cc – dd …

Not: Klasik Türk edebiyatında mesneviler roman ve hikaye gibi anlatma esaslı ve düzyazı türlerin yerine kullanılmıştır. Divan edebiyatı geleneğinde düzyazı eser yazmak basitlik olarak görülmüştür. Bu nedenle düzyazı olabilecek türler dahi manzum olarak yazılmıştır.

Mesneviler önceleri belli bir kalıp ve düzen içinde yazılmazken zaman içinde özel bir yapı kazanmışlardır. Ve beş adet mesnevi “hamse” olarak adlandırılmıştır. İran edebiyatında ilk hamse sahibi şair Genceli Nizami’dir ( Öl. 1214, ?). Türk edebiyatında ise ilk hamse sahibi şair Ali Şir Nevai’dir.

 Mesnevinin Bölümleri

Giriş: Sırası ile tevhit, münacat ve nat bölümlerinden oluşur. Tevhit bölümünde Allah’ın varlığı ve birliği anlatılır; münacat bölümünde Allah c.c. türlü sıfatları ile övülür; nat bölümünde ise peygamber efendimize sav. övgüde bulunulur. Bunların dışında bazı mesnevilerde Miraciye ve Medh-i Çihar-yar-i Güzin bölümleri bulunur. Bu bölümlerde miraç hadisesi ve dört halifenin övgüsü yapılır.

Asıl Konu: Bu bölümde mesneviye konu olan olaylar anlatılır. Ağaz-ı Destan adıyla anılır. Bu bölümde asıl konuya bağlı kalmak koşulu ile farklı olaylar da anlatılabilir. Tekdüzeliği kırmak için şair bu bölümde gazel, musammat gibi nazım şekillerini kullanarak şiirler söyleyebilir. Mesnevi bir bütün olarak düşünüldüğü için şair bu şiirlerde mahlas kullanmaz.

Bitiş: Hatime olarak adlandırılan bu bölüde şair eser hakkında bilgi verir (Yazılış nedeni, beyit sayısı, tarihi vb.). Edebiyat tarihi açısından bu bölüm çok önemlidir.

Not: Mesneviler her ne kadar manzum (şiir) biçiminde olsa da içerik olarak anlatma esasına bağlı metinlerdir. Roman ve hikaye gibi türlerde olduğu gibi kişi, yer, zaman, olay örgüsü ve anlatıcı unsurları bulunur.

Mesneviler beyit sınırlaması olmadığı gibi konu sınırlaması da yoktur.

Örnek:

Divan şairlerinden Nabi’nin ( öl. 1712 - ?) “Nasihat-name” türündeki “Hayriyye” adlı mesnevisinin Enva-i Ulum başlığı altındaki bölümden alınmıştır.

fe’ilatün (fa’ilatün), fe’ilatün fe’ilün

İlme sa’y eylememekden hazer it

İlm ü sa’y ikisi birdür nazar it

Bulamaz ilm bila-sa’y vücud

Biri gitse biri olur nabud

Dahi emr eyledi ol sahib-i ilm

Mehdden lahde dek ol talib-i ilm

İlm bir lücce-i bi-sahildir

Anda alim geçinen cahildir

Cehle Hak mevt didi ilme hayat

Olma hem-hal-i güruh-ı emvat

Bilmek elbette degül mi ahsen

Sorsalar ben onu bilmem dimeden

Etme ar öğren okı ehlinden

Her şeyin ilmi güzel cehlinden

Cehldür ademe zindan-ı bela

Ki düşenler göremez ruy-ı reha

Olmaya ilm kadar emr-i bülend

İlmden görmedi hiç kimse gezend

Ger re’aya vü gerek sahib-i tac

La-büd olur ulemaya muhtac

Günümüz Türkçesi ile;

Öğrenmeye çalışmamaktan sakın; ilim ve çalışmak, dikkat et, bunların ikisi birdir.

Çalışma yoksa, ilim de ortaya çıkmaz; biri olmazsa diğeri de olmaz.

İlim sahibi o zat (Hz. Muhammed) emretti: “Beşikten mezara kadar ilim iste, bunun için çalış.”

İlim, kıyısı olmayan bir büyük denizdir; onda alim geçinen, ben bilirim diyen cahildir.

Tanrı, cehalete ölüm, ilme de hayattır dedi; öyleyse, ölüler güruhuyla birlikte olma.

Sordukları bir şeyi “bilmiyorum” demektense, “biliyorum” demek daha iyi değil mi?

Utanma, bilenlerden oku, öğren; bir şeyi bilmek, bilmemekten güzeldir.

Bilgisizlik, insan için bela zindanıdır; o zindana düşenler artık rahat yüzü görmezler.

İlim kadar yüce bir iş yoktur; ilimden hiç kimse zarar görmedi.

Gerek sıradan halk olsun, gerekse tac sahibi (hükümdar) olsun, mutlaka bilginlere muhtaç olurlar.