Diyet Masalı
Not: Aşağıdaki ödevde Ömer Seyfettin’in Diyet adlı hikayesi belli bir yerden kesilerek özgün fikirlerle yeniden kurgulanarak devam ettirilmiştir.
…
– Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! Diye hızla fırlattı. Sonra giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaptı. Dükkândan çıktı.
Onun bir zamanlar geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de, kentte kimse öğrenemedi.
Son cümleden önceki kısma ek;
Dükkândan çıktığında onun o halini gören mahalleli telaşla koşarak dükkâna doğru geldi. Mahalleli, Ali’nin o halini görünce yanına gelip
– Ali bu halin ney? , diye sordular, Ali;
– Diyetimi ödedim, Dedi. Mahalleli
– Ne diyeti? Dediler. Ali;
– Yaptığım hırsızlığın diyeti, dedi.
Mahalleli;
– Senin diyetini hacı ödedi, dedi.
Ali en son mahallelinin bu kadar ısrarına ve sorularına karşın, dayanamayıp
Olayı anlatmaya başlar:
– Ben kolumun kesileceği günü beklerken sipahiler geldi ve hacının benim diyetimi ödeyeceğini ama karşılığında hacı ölene kadar kendisine hizmetçilik yapmamı istedi. Ben başta kabul etmek istemedim ama sipahilerin ısrarlarına dayanamayıp kabul ettim.
Hacı benim diyetimi ödedikten sonra, ben ona hizmetçi oldum. O ne isterse istesin yapmaya başladım. Hacı ise isteklerini söylüyordu bende yapıyordum. Ne iş olursa olsun ne zorlukta olursa olsun fark etmiyordu. Her türlü işi yapıyordum. Bir zaman sonra iş çığırından çıktı. Hacı bana verdiği (=söylediği =emrettiği) işler değişti; sabah ezanından 5 saat önce kalkıyor o gün kesilecek koyunları kentten 2 saat ötedeki mandırasından alıp getiriyor ve tek başıma kesip tek başıma yüzüyordum. Hatta bir zaman evinin önündeki lağımı bile bana temizletti. Benim için bunların hiç biri sorun değildi benim asıl canıma tak ettiren şey; Hacının bana söylediği her işi ben yaptıktan sonra sanki bana aferin der gibi;
– Kolunun diyetini ben verdim.
– …
– Şimdi çolak kalacaktın, ha…
– …
–Benim sayemde kolun var.
–…
–Yaptığı iyiliği her defasında yüzüme vuruyordu.
En sonunda ben işlerimi eksiksiz yaparken gelip bana tembel miskin demesi ve yaptığı iyiliği yine suratıma vurması sonucunda dayanamayıp masanın üzerinde duran satırlardan birini alıp koluma vurdum. Kolumdan kesilen parçayı (=kolu) hacının önüne atarak; Al diyetini dedim. Sonrada gömleğimi kesilen yerden bağlayıp dışarı çıktım.
Aradan günler geçer, Ali mahalleli ile mutlu, mutlu yaşar. Ali yanına güvenilir bir çırak alır. O çırağa çifte su verme sanatını öğretir. Öğrencisi de onun kadar iyi kılıç, zırh vb. şeyler yapar. Tüm Anadolu’da bu kılıç, mızrak, hançer ve zırhlardan bulunurdu.
Günlerden bir gün kente 3 kişi geldi. Bu gelenler soylu birine benziyorlardı. Yanlarında’ da, 8 – 9 atlı asker vardı. Bunlar telaşlı ve son sürat bir hızla kentte dolaşıyorlardı. Yüzlerinde birini arıyormuş gibi bir ifade fardı. Çok sinirli ve telaşlıydılar. Önlerine çıkan kişilerin bazılarını durdurup bir şeyler soruyorlardı. O sırada bekçi başı karşılarına çıktı. Bekçi başı onlara ne aradıklarını sordu;
— Siz burada ne arıyorsunuz?
— Bizi veziriazam gönderdi, bende oğluyum, buda Fermanı.
— Buyurun efendim ne oldu, niye geldiniz, ne arıyorsunuz, söyleyin ben yardımcı olayım?
— Biz birini arıyoruz. Babamın yeğni. Küçükken kaybolmuştu. Şehir, şehir gezip onu arıyoruz. Aradığımız adam kendinden bahsetmeyi hiç sevmez. Kimseye gönül borcu olmasını istemez. Öyle biri var’ mı buralarda?
— Efendim, burada öyle biri var ama…
— Kim çabuk söyle?
— Efendim dediğim kişi bir demirci. Bundan yıllar önce buraya geldi. Kendisi hakkında pek bir bilgimiz yok. Kendisi hakkında pek konuşmayı sevmez. Çok iyi demir döver kılıç, zırh, mızrak yapar. Neredeyse tüm Anadolu da onun damgası bulunur.
— Başka ne biliyorsunuz hakkında? Anlat dinliyorum.
— Bu adam bundan yaklaşık 2 yıl önce haksız yere hırsızlıkla suçlandı. Sol kolunun kesilmesine karar verildi. Lakin Sipahiler adamın suçsuzluğunu biliyorlardı ve kentin en zengini olan hacıdan rica ettiler oda kılıç ustasını diyetini ödemeye karar verdi ama tek bir şartım var dedi. ‘Şartım ben ölünceye kadar bana hizmetçilik yapacak’. Kılıç ustası istemedi ama Sipahilerin ısrarına dayanamayıp kabul etti. Daha sonra hacı yaptığı iyiliği her seferinde yüzüne vuruyordu en sununda kılıç ustası dayanamadı satırı alıp kolunu kesti…
— O adamın adı ne?
— Kılıç ustasının adı mı?
— Dur ben tahmin edeyim Ali mi adı?
Bekçi başı şaşırır;
— Efendim nereden bildiniz?
— O benim amcaoğlum olabilir. Çabuk beni ona götür.
— Ama efendim onu şimdi bulamasınız.
— Neden?
— O şimdi çırağı ile birlikte köye gitti.
— Neden
— Demire çifte su verme sanatı için malzeme almaya gitti. Köye normalde kendisi tek giderdi, ama çolak olduğu için çırağıyla birlikte gidiyor bir senedir.
— Ne zaman gelir biliyor musun?
— Eğer bir işleri çıkmazsa 1-2 saate burada olurlar. Gelen isterseniz sizi Ali’nin dükkânına götüreyim.
— Evet, tabi ki sevinirim.
— Buyurun gidelim.
Veziriazamın oğlu ve bekçi başı birlikte Ali’nin dükkânına giderler. Bekçi başı dükkânı anlatmaya başlar.
— Burası Ali’nin dükkânı asla kapıyı kilitlemez. Dükkânında fazla bir şey bulamasınız. Çekiç iki tane biri büyük, biri küçük; örs iki tane biri kalkan, zırh gibi şeyler için diğeri kılıç, mızrak, ok, gibi şeyler için… İki tane önlük biri kendine biri çırağa… Üst katta ev oraya gidelim mi?
— Evet, olur.
Yukarı çıkarlar; veziri azamın oğlu evi görünce şaşırır ve dayanamaz bekçi başına sorar:
— Ali’nin burada kaldığına emin misin?
— Evet, burada kalıyor.
— Ne kadar mütevazı bir adammış bu Ali.
Bekçi yine anlatmaya başlar;
— Burası Ali’nin evinin hem salonu, hem yatak odası, hem de mutfağı. Burada Ali’nin kıyafetleri var sadece 3 tane: biri iş kıyafeti, biri normal (=günlük) kıyafeti, diğeri de geceliği. Ali insanlara karşı çok iyidir. Asla israf etmez, işini para için değil sanat için yapar. Yaptığı sanata karşılık asla pazarlığa girmez müşteri ne verirse onu alır.
Bekçi başıyla Sadrazamın oğlu dalmış konuşurken Ali gelir, kapıdan içeri girer. Onun geldiğini gören bekçi başı ‘aha Ali’de geldi’ der. Onu gören Sadrazamın oğlu heyecanlanır ve eli, ayağı, titrer. Ali karşısında gördüklerini şaşırır ve sormaya başlar;
— Merhaba hoş geldiniz. Ben sizi tanıyor muyum? Siz kimsiniz?
— Merhaba Ali ben Sadrazamın oğluyum. Senin için geldim. Kaç aydır şehir, şehir dolaşıp seni arıyorduk. Babam seni çok merak ediyor. Yılardır seni aradık en sonunda Anadolu da olduğuna dair bir şeyler duyduk ve 6 aydır yollarda seni arıyorum. En sonunda buldum. Hatırlar mısın bilmem ama sen kaybolduğun gün annem 8 aylık bana hamileydi. Sen kaybolduktan sonra dayanamadı erken doğumla beni doğurdu ve doğumda vefat etti.
— Sana inanmam lazımdı bundan sustum ama bunları bildiğine göre artık inandım. Pekim senin adın ney?
— Benim adımı babam senin adının aynısı koydu. Kısacası benim adım MEMED ALİ. Ali usta merak ettim bir şey var.
— Sor dinliyorum.
— Yanlış anlamasan mutlu olurum. Senin kolun nasıl böyle oldu?
— Ali benim bu kolumun mevzusu uzun. Kısacası baban sana anlatmıştır. Ben kimseye gönül borcum olmasını istemem. Bir meseleden dolayı biri benim diyetimi verdi. Her defasında bunu yüzüme vurdu bende dayanamadım en sonunda diyetini ödediği şeyi ona verdim.
— Geçmiş olsun Ali usta.
— Eeee Ali senin buraya geliş amacın ney?
— Amcan seni görmek istiyor. Seni yanına çağırıyor.
— Ali boşuna gelmişsin. Ben gelmem. Ben gelmek isteseydim yıllar önce oradan kaçmazdım.
Koca Ali amcaoğluna gelmeyeceğini söyler. Ali ise amcaoğlunu götürmek için ısrar etmeye başlar…
Ve şöyle der;
— Ali ağabey babam seni yıllar boyunca aradı. Senin için yıllarını heba etti. O seni çok seviyor. Lütfen beni kırma. Gel benimle.
Ali ise kararından vazgeçmemekte kararlıydı ama Ali’ni son sözleri onu çok duygulandırdı.
— Ali ağabey sana son bir şey söyleyeceğim ondan sonra ister gel ister gelme.
— Söyle dinliyorum.
— Ali ağabey babam çok hasta az bir ömrü kaldı. Bana da seni son bir kez görmek istediğini söyledi. Ben görevimi yerine getirdim. Sıra sende.
Koca Ali bu sözlere dayanamaz ve amcaoğluyla birlikte amcasın yanına gider. Yolda giderken aralarında konuşurlar. Yol 10 gün olduğu için birbirlerine her şeyi anlatırlar. En sonunda yolculuk biter. Ali amcası Ömer’in evine gelirler. Ali amcasını göreceği için çok heyecanlıdır. Eli ayağına dolaşır. Onu daha önce hiç kimse böyle görmemişti. Ali amcasını görmeyeli yıllar olmuştu ve şuan merak ediyor. Acaba amcam nasıl? Hastalığı ne? Vb. sorular soruyordu kendi kendine. Sonunda amcasının yanına gider. Amcasını o halde görünce çok üzülür. Ali’nin amcasını görmeye gelmesi amcasını çok sevindirmiştir. Amcası Ömer’e büyük bir moral olan Ali çok sevinir. Amcası kısa sürede iyileşir. Ali’nin amcası iyileştikten sonra bir gün Ali’yi yanına çağırır. Ama Ali’yi çağırdığı mecliste Padişahta vardır. Ali amcasının yanına gider. Gittiği mecliste padişahı görünce çok şaşırır. Padişah Ali içeri girdiğinde Ali’ye soru sormaya başlar.
— Ali yavrum senin bu kolun nasıl oldu?
Diye sorar Padişah. Ali ise her zamanki gibi cevap vermez (anlatmaz). Padişah bu duruma sinirlenir. Ali’nin amcası Ömer padişaha şöyle der;
— Hünkârım siz Ali’yi mazur görün. O bu tür şeyleri konuşmayı pek sevmez. Siz izin verirseniz, ben Ali’nin geldiği kentteki birkaç kişiyi çağırım? Onlara soralım ve ne olup bittiğini öğrenelim.
Padişah Sadrazamının bu sözlerinden sonra ‘Çağırın gelsinler’ der. Bu sözlerin üzerine o kentte yaşayan Kadı, Bekçi başı, birkaç insan çağrılır. Bu gelen kişiler Padişaha her şeyi anlatırlar. Bu anlatılan olaya Padişah çok üzülür ve en iyi hafiyelerini bu olayı anlatmak üzere kente yollar. Bu olaydan da Ali’nin haberi olması için herkesi tembihler. Aradan bir ay geçer ve padişahın hafiyeleri geri döner ve Hünkârım huzuruna çıkarlar. Başlarlar anlatmaya.
— Hünkârım emriniz üzere dediğiniz bölgeye gittik. Olayı araştırdık. Bir kanata vardık.
— Nedir vardığınız kanat?
— Hünkârım kent ahalisini dinledik. Kadıyı, Bekçi başını, Ali’nin çırağını ve olaya tanık olan kişileri dinledik. İpucular bulduk. En sonunda bir sonuca vardık. Şimdi size olayı en başından anlatalım. Ali o gece köprüye gittiğinde onu gören bekçiler suçu Ali’nin üzerine atmak için hemen Ali’nin evine gidip kapının önüne bir kese altın bırakırlar. İçeriye de bir koyun kesip derisini bırakırlar. Kestikleri koyunun kanını kapıya sürerler. Ve kapıyı tam kapatmayıp giderler. Bu sırada Ali halen köprünün üzerindedir. Sonra Ali’nin olayı fark etmemesi için köprüye gidip Ali’ye iyi davranıp evine yollarlar. Sabahta Ali uyanmadan Bekçi başını alıp Ali’nin evine giderler. Bekçi aşı o delileri gördükten sonra Ali’yi suçlu zanneder ve Kadının önüne çıkarır. Kadıda delillerin doğrultusunda Ali’yi suçlu görür ve sol kolunun kesilmesine karar verir.
Bu sözleri duyan Padişah çok sinirlenir ve şöyle der;
— Çabuk bana o kentte yaşayan ve görevde olan; Kadıyı, o olaydaki bekçileri ve bekçi başını derdest edip bana getirin…
Bu sözleri duyan hafiyeler araya girip şöyle der;
— Hünkârım affınıza sığınırız lakin bizi dinleyin sözümüzü bitirelim.
Hafiyelerin bu sözlerini duyan padişah sinirli, sinirli ‘söyle’ der. Hafiyeler sözlerine devam eder.
— Hünkârım biz Kadı ve Bekçi başını araştırdık. İkisi de masum.
Padişah tekrar sinirlenir ve şöyle der ‘Nereden biliyorsun masum olduklarını, delilin var mı? Efendi ’der. Hafiyeler sözlerine devam eder.
— Hünkârım biz bekçi başının masum olduğuna eminiz. Çünkü onun eski görevlerinden birinde gazi olması ve bir şeref madalyası olmasından eminiz.
Padişah şaşırır ve şöyle der;
— Ne madalyası, kim vermiş, bu bekçi başını adı ney?
Padişahın bu sorularına karşılık hafiyeler cevap verir.
— Hünkârım Bekçi başının adı Hasan’dır. Namı diğer Uzun Hasan son savaştan sonra gazi olmuş ve siz ona şeref madalyası vermiştiniz.
Padişah şaşırır ve şöyle der ’ tamam o zaman kadının masum olduğuna eminmiyiz? ’ der. Hafiyeler cevap verir;
— Hünkârım onu da halka sordurduk. O Kadı babasını bile suç işlediğini duyunca babası haksız çıkınca ona bile cezasını vermiş affetmemiştir.
Bu olayı ve benzer olayları hafiyeler padişaha anlatır. En sonunda Ali ile Kadı arasında geçen konuşmayı anlatır. Padişah bekçileri çağırır. Olaya tanık olanlarda gelir dava kurulur. Padişah bu davayı gizliden izlemektedir. Davayı aynı Kadı yapmaktadır. Ali’nin dava günü her şeyden haberi olur. Oda daya gider. Kadı bekçilerin hem çobana yaptıkları hem Aliye yaptıkları hem de çaldıkları mallardan dolayı idamlarına karar verilir. Padişah bu karardan çok memnun olur. Kadıyı yanına çağırır ve Şeyhülislam olarak tahin eder. Bekçi başının olay incelerken ki durumunu da beğenerek vezir yapar.
Aradan yıllar geçer ve Ali’nin amcası Ömer vefat eder. Bunun üzerine Padişah Ömer’in yerine Sadrazamlığa Ali’yi seçer. Ali ilk baş istemez ama Padişahın ısrarına dayanamayarak kabul eder. Bunun üzerine yılar boyuna süzen gizem sona erer ve mutlu mesut yaşarlar.
Hazırlayan: Ahmet KÖROĞLU