Bugün ilkel insanlara bakınca, mitleri, kahramanlık hikayelerini gözden geçirince tiyatronun doğuşunu görebiliyoruz. Ama çağımızdaki anlamıyla “tiyatro” yu göremiyoruz. İçinde tiyatro oynansın diye yapılmış oyun yerleri, oyun yazarlığı, oyuncular yok.
Sonra tarihin bir noktasında birdenbire “tiyatro” karşımıza çıkıveriyor. Tam bir “tiyatro”. Ama geçmişi, nasıl geliştiği, o yüceliğe nasıl eriştiği belli değil. Gerçi bu tiyatroyu yaratanlar uygar insanlar çok yüksek bir uygarlığın içindeler üstelik yazı yazmayı bir sanat niteliğine ulaştırmışlar, ama nedense tarihini yazmamışlar yarattıkları tiyatronun. İ.Ö. beşinci yüzyılda, Atina’nın en büyük günlerinde hiçbir yazar tiyatronun gelişmesini, ya da ilk oyunları anlatmak için bir şeyler yazmak gereğini duymamış. Kim bilir, belki de yazdılar, yazdıkları günümüze kalamadı, yok oldu zamanla.
Böylece de Yunan Tiyatrosu şaşırtıcı bir bütünlük, bir yücelikle birdenbire karşımıza çıkıveriyor.
Yunan Tiyatrosuna Gelen İki Yol
Bu yüce tiyatronun nasıl doğduğu, nasıl geliştiği konusunda iki ayrı görüş var.
Daha eski, daha yaygın olan görüşün kaynakları büyücülüğe, yağmur yağdırma, ürünü çoğaltma törenlerine kadar iniyor. Ruhlar, tanrılar, tabiatın sonu gelmez dönüşü ölüp ölüp yeniden doğuşu. Toprağa bağlı ürünler her yaz olgunlaşıyor, her güz ölüyor, her ilkyaz yeniden doğuyor. Bunu insana uygulamak, bundan bir tiyatro olayı çıkarmak güç değil. Osiris ile Diyonisos törenleri böyle bir uygulamanın sonucu olarak görülüyor.
İnsanoğlu animizm’den bir çeşit ilkel çok tanrılılığa geçince, atalarını tanrılaştırmaya başlar. Büyük önderler, başkanlar, büyük büyücüler büyük ruhlar olup çıkarlar. Tanrılaşan kişilerin yeryüzünde yaşamış oldukları hayatın anlatılışı ise değiştikçe değişir. Kimi zaman bu tanrılardan biri ölür, ölümü büyük bir ilgiyle karşılanır, çünkü tanrı oluşu onun yeniden doğmasını sağlayacaktır. Diyonisos’un ölümü ile yeniden doğuşu için yapılan törenler her yıl tekrarlanırken gelişe gelişe Yunan Trajedisi’nin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Diyonisos’tan önce, ölümü yeniden doğuşu törenlerle anılan daha başka tanrılar da olduğu biliniyor. Mısır’ın Osiris’i gibi.
Bu birinci görüş. İkinci görüşe göre, Yunan Trajedisi’nin kaynağı Diyonisos ya da Osiris törenleri gibi törenlerde değil, tanrılaşmamış kahramanlar için yapılan törenlerde aranmalı: Krallar, başkanlar, önderler, savaşçılar. Cesaret kazanmak, düşmanlara üstünlük sağlamak isteğiyle taklit yoluyla büyü yapılırken, savaş danslarında kahramanların başarıları anlatılırdı. Bu ikinci görüşü savunanlar Eski Yunan’da da kahramanların mezarları başına toplanılıp türküler söylendiğini, danslar edildiğini ileri sürüyorlar. Mezarı başına gidilen kimsenin kahramanlıklarını anlatan bu türküler, danslar zamanla tiyatro oyunları biçimini almış. Gene kahramanlıklar anlatılıyor, ama oynanarak. Bir yandan da atleizm yarışmaları yapılırmış. Yunan Tiyatrosu’nun kaynağı bu çeşit törenlerdir deniyor.
İlk bakışta çok ayrı gibi görünen bu iki görüş bir noktada birleştirilebilir. İlkel insanların pek o kadar ilkel olmayanların da kahramanlarla tanrıları birbirine karıştırma eğilimleri vardır. Gerçi kahramanlar salt kahraman olarak kalabiliyor, sonra kahramanlığın ötesinde, üstünde olan tanrılar da çok gece, gökyüzü, ilk yaratılış tanrıları gibi ama kahramanlıkla başlayıp zamanla tanrılaşanlar da sayısız. Osiris bir insandı öldüğünde, sonradan bütün Mısır’a tanrı oldu.
İnsan Kanı
Tiyatronun doğuşunda yer alan en hoşa gitmeyecek öğe insan kanı, insanoğlunun kurban edilmesi. Dünyanın her yanında tanrıların öfkesini yatıştırmak, ya da zaferleri kutlamak için kurban taşlarına, mezarlara akıtılan insan kanının Atina uygarlığının temellerinde de bulunması yadırganmasa da üzücü bir şey. Diyonisos’un ölümüyle, parçalanmasıyla ilgili törenleri anlatan eski Yunan yazarları yalnızca bir keçinin kurban edildiğini söylerler. Ama bu keçinin bir insanın yerini alışı Thespis’ten çok yıllar önce olmasa gerek.
Eğlenceye Doğru
Çağımızın ilkel insanlarının savaş oyunlarını nasıl komediye çevirdiklerini anlatmıştık. Tiyatronun büyüden, dinsel törenlerden ayrılıp bir sanat olarak eğlenceye yönelmesinde komedinin etkisi çok büyük. Bir de dolaşmaya başlamak, turnelere çıkmak önemli bu bakımdan. Thespis hem ün, hem de para kazanmak isteğiyle korosunu arkasına takıp köy köy, kasaba kasaba dolaşmaya başlamakla, D'iyonisos törenlerinin oyunlarını tören yerinden koparmakla tiyatroyu dinsel etkilerden uzaklaştırmış, eğlenceye yaklaştırmıştı. Thespis’e kadar daha çok bir tapınma aracı olan tiyatro, Thespis’ten sonra artık bir sanattı, ya da şöyle diyelim, daha çok bir sanattı.
Yunan Tiyatro Yapılarının Bilinmezliği
İ.Ö. beşinci yüzyıldaki Yunan tiyatro yapılarının biçimini anlatan bir yazı, o günlerden kalma bir yazı yok. Kazılarla elde edilmiş bilgilerimiz de yok. Oyunların açık havada, yarı çember bir alanda oynandığını, seyircilerin at nalı biçiminde oturarak o alanı çevrelediklerini, oyuncuların arkasına gelen yanda tahtadan bir yapı bulunduğunu biliyoruz. Şarkı söyleyen, dans eden bir koro olduğunu biliyoruz. Yalnız üç oyuncunun konuştuğunu, bütün kişileri onların oynadığını, maske taktıklarını, gerekince bir
Yüce Yunan Tiyatrosu’ndan günümüze kalan en önemli belgeler oyunlar kırk dört oyun.
Sonra vazoların üstüne yapılmış resimlerle İ.Ö. dördüncü yüzyılda Aristoteles’in tiyatro konusunda yazdıkları da önemli belgeler. Ondan ötesi kazılardan edinilen bilgilere, Elen tiyatrolarının kalıntılarına dayanılarak yapılan tahminler. Bir de İ. Ö. birinci yüzyılda yaşamış Romalı mimar Vitruvius ile İ. S. ikinci yüzyılda yaşamış Yunan sözlük yazarı, Pollux’ un yazıları var. Ama onların anlattıklarının da ne kadarı Eski Yunan Tiyatrosuyla, ne kadarı Roma Tiyatrosuyla, ne kadarı bu ikisinin arasındaki Elen Tiyatrosuyla ilgili, belli değil. Eski Yunan’ın son büyük tiyatro yazarı Euripides’in ölümünden yetmiş beş yıl sonra yazan Aristoteles ise ne yazık ki işe daha çok oyun yazarlığı açısından bakmış, çağın tiyatrosu üzerine bilgi vermemiş, tiyatro yapılarını anlatmamış.
Sanatı, atletizmi sevdikleri kadar, konuşmayı, düşünmeyi, yazmayı da seven Atinalıların yaşayışlarında çok önemli bir yer tutan tiyatrolarını anlatmamış olmaları şaşılacak bir şeydir. Daha önce de söylediğimiz gibi, belki de yazdılar, yazdıkları günümüze kalamadı.
Arka Görünüş
İ. Ö. beşinci yüzyılın Yunan Tiyatrosu’nu anlıya bilmek için, o çağdaki yaşayışı, önemli olayları kısaca gözden geçirmemiz iyi olur.
Aeschylus doğduğu zaman Atina iki kardeşin, Hippias ile Hipparchus’un baskı yönetimi altındaydı. Bu iki hükümdarı küçük çiftlik sahipleri destekliyordu, ama büyük toprakları olan soylu kişiler, tüccarlar, satıcılar desteklemiyordu. Onun için de ancak baskı yoluyla başta kalabiliyorlardı. Onlar tahttan indirilip daha demokrat bir hükümet kurulduğunda Aeschylus aşağı yukarı on beş yaşındaydı.
Ama baştakilerin baskılarına karşı koymak Yunan yaşayışının yalnız bir parçasıydı. Aeschylus otuzunu geçmişi bir adam, Sophocles ise daha küçük bir çocukken Pers akmları başlamıştı. Bir yandan onlar geri püskürtülmiye çalışılırken, bir yandan da Eski Yunan’m en önemli iki şehri olan Atina ile İsparta kendi aralarında kavgaya tutuşmuşlardı. Ayrıca her şehirde birbirini yiyen çeşitli topluluklar vardı. Korkulan bir şey de pek çok olan kölelerin savaşları fırsat bilip hürriyet isteğiyle ayaklanmalarıydı.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, İ. Ö. 430 yılında, Sophocles ile Euripides’in yaşlılığında, bir veba salgını Atina’yı kırdı geçirdi. Tam bu sırada Isparta ile savaş da patlak vermişti. Yirmi altı yıl süren bu savaş sona erdiğinde Atina ezilmiş, Isparta gücünden çok şey kaybetmişti. Çekişmeler, kavgalar, savaşlar, ayaklanmalar Yunan şehirlerini iyice zayıflatmıştı. Kimi şehirlerde başkaldıran köleler sayıca hür vatandaşlardan çok daha fazlaydı.
Yunan Tiyatrosu en yüksek noktasına garip bir uygarlığın beşiği olan Atina’da, böyle bir ortamda ulaştı.
Bir Tanrıya Üç Çeşit Oyun
Yunan Tiyatrosu’nda üç çeşit oyun var: Yüceltilmiş kahramanlık hikayeleri anlatan, kişileri arasına tanrıları da alabilen trajediler; kahramanlık hikayelerini gülünçleştiren, açık saçık hareketlerle düşkün bir satir korosu olan satir oyunları; konularını günlük hayattan alan maskaraca komediler. Bu üç çeşit oyun da belli zamanlarda yapılan, bütün şehri ilgilendiren dinsel törenlerde oynanırdı. Her üçünde de sahneleri birbirine bağlıyan, sırasında sahnelerin içine giren bir koro vardı. Üçü de ölçüyle (34), şiir olarak yazılırdı. Üçünde de maske kullandırdı. Üçünün de uzaktan yakından bolluk, bereket, çoğalma düşünceleriyle ilintisi olduğu bir gerçekti.
Bu üç çeşit oyunu bir tek kaynağa bağlayanlara inanmak da, her birine ayrı ayrı kaynaklar gösterenlere inanmak kadar kolay. “Yunan tiyatrosuna gelen iki yol” başlıklı parçada anlattığımız gibi, kimi düşünürler trajedinin (hem şarap, hem de bolluk, bereket tanrısı) Diyonisos’a tapınmak amacıyla yapılan törenlerden doğduğunu ileri sürerler, kimi de bu görüşe katılmaz, kahramanların mezarlarında yapılan törenleri başlangıç olarak görür. Ama trajedilerin, satir oyunlarının, komedilerin her yıl tekrarlanan Diyonisos törenlerinde oynandığı, oyun yerinin ortasında Diyonisos heykelinin durduğu biliniyor. Sonra, Diyonisos’un hikayesi her yıl ölüp yeniden doğan tabiatın hikayesi, bolluğun, bereketin, doğurganlığın hikayesi; ilk komedilerdeki oyuncuların taktıkları phallus’ların tabiattaki çoğalma gücüyle ilgisi açık. Aristoteles komedinin phallus şarkılarından doğduğunu söyler; Phales adlı tanrıya okunan utanmazca sözlerle dolu İlahiler. Bacchus’un (Diyonisos’a sonradan hem Yunan’da, hem Roma’da verilen ad) satir denilen arkadaşları var, yarı insan, yarı hayvan, boynuzlu, kuyruklu, keçi ayaklı yaratıklar. Satir oyunlarında bu yaratıkları canlandıran oyuncuların da phallus taktıklarını biliyoruz. Sırtlarına ise Diyonisos’a kurban edilen keçilerin postlarını alırlarmış. Bu noktada şunu da söyliyelim: Trajedi sözcüğü Yunancadaki tragos (keçi) sözcüğüyle ode (şarkı) sözcüğünden geliyor. Görüldüğü gibi, Yunan trajedilerinin, satir oyunlarının, komedilerinin şarap ve bereket tanrısıyla ilgili yanları pek çok, onun için de kimi düşünürler her üçünün kaynağını da Diyonisos törenlerinde arıyorlar.
Dithirambos
Aristoteles Yunan trajedisinin dithirambos denilen bir şiir çeşidinden geliştiğini söyler. Bu görüşe katılanlar çağımızda gittikçe çoğalıyor.
Önceleri dithirambos şiirleri Biyonisos’un başından geçenleri anlatırmış. Zamanla dithirambos’larda tanrının yerini kahramanlar almıya başlamış. Sonunda Diyonisos törenlerinin en önemli bölümü olan trajedilerde Diyonisos’un başından geçenler hiç anılmaz olmuş. Euripides’in günlerindeyse tiyatro çağın din düzenim eleştirecek kadar kaynağından uzaklaşmış.
Dithirambos’tan trajediye nasıl geçildiği kesinlikle bilinmiyor. İ. Ö. 600 yıllarında Lesbos’lu şair Ario’un, Mora Yarımadasındaki Korent şehrinde, gelenekleşmiş dithirambos sözlerini yeniden düzenlediği, aralarına da yeni şiirler kattığı söylenir. İkinci adımı da Thespis atmış, koroyla karşılıklı konuşan, sırasında hikayeyi anlatan, sırasında da anlattıklarını oynayarak gösteren bir oyuncu çıkarmış ortaya. Eski bir yazar bu işi Thespis’ten önce Epige nes’in yaptığını söyler; bir başkası ise Thespis’in bu alanda on altıncı olduğunu ileri sürer.
Dithirambos’tan trajediye I. Ö. altıncı yüzyılın ortalarında geçildiği anlaşılıyor. İlk oyuncuyu ortaya çıkaran Thespis değilse bile pek bir şey değişmez. Thespis yaptı diye anlatılan şeyler, ondan önce bir başkasınca yapılmış olur, o kadar. Korodan ayrılıp tek başına konuşmaya, oynamaya başlayan kişi hem ilk tiyatro oyuncusu, hem de ilk tiyatro yaratıcısıdır (ya da yazarı). Gelenekleşmiş söylentilere göre, ilk tiyatro kumpanyasını da Thespis kurmuş, oyuncularını, korosunu bir arabaya bindirip köy köy, şehir şehir dolaşmış. 1. Ö. 534 yılında Atina’da verilen ilk trajedi armağanını kazanan da Thespis.
Aeschylus, Sophocles, Euripides, Aristophanes, hepsi Atina vatandaşları. Menander de öyle. Tam üç yüzyıl Atina Yunan Tiyatrosu’nun merkezi oluyor. En ünlü oyun yazarları Acropolis’in eteğindeki Diyonisos tiyatrosunda yarışıyorlar.
Atina’da Diyonisos Şenlikleri
Tiyatro Atinalıların hayatında çok önemli bir yer tutuyor. Hem dinsel kaynaklarıyla, hem de şehir gelenekleri bakımından önemli. Ama gündelik bir iş değil, her yıl belli günlerde oynanıyor. Diyonisos adına yapılan şenliklerden biri Ocak sonuyla Şubat başında, öbürü de Mart sonuyla Nisan başında. Birincisine Lenaea deniyor. Daha eski olan bu şenlikte önceleri trajediler de oynanırmış, sonradan yalnızca komediler oynanmaya başlanmış. İkincisinin, çok daha önemli olan şenliğin adı Büyük Diyonizya, ya da Şehir Diyonizyası, Aeschylus ile öteki ünlü Yunan yazarları bu ikinci şenliğe katılırlardı. Yunanistan’ın dört bir yanından birçok kimse Şehir Diyonizyası’nı görmek için Atina’ya gelirdi. Tam bir bayram haftası yaşanır, her çeşit ticaret işleri geri bırakılır, hükümet kapıları (mahkemeler bile) kapatılırdı. Başlangıçta tiyatro oyunlarını seyretmek isteyenler herhangi bir para ödemiyorlardı; sonraları az bir para alınmaya başlandıysa da, o parayı ödeyemeyecek kadar yoksul olanlara bedava bilet dağıtılırdı. Oyuncuların ücretlerini devlet verirdi, ama her oyunun sahneye konması, oynanması için gereken masrafları zengin vatandaşlardan biri üstüne alırdı. Bu gibi kimselere choregus denirdi.
Şehir Diyonizyası beş ya da altı gün sürüyordu. Birinci gün kayık biçimi arabası içinde Diyonisos rahibinin önderlik ettiği bir alay düzenleniyor, tanrının heykeli tapmaktan alınıp tiyatro alanına götürülüyor, kurbanlar kesiliyordu. Alay sona erince sporcuların yarışları, oyunlar, çeşitli eğlenceler başlıyordu. İkinci, kimi zaman da üçüncü günleri dithirambos yarışmaları doldururdu. Son üç gün ise yıllık armağanlara aday gösterilen tiyatro oyunlarınındı.
İ. Ö. beşinci yüzyılda bu üç günün her biri bir yazarın eserlerine ayrılırdı: Üç trajedi, bir satir oyunu. Aeschylus çoğu zaman tetralogy, ya da trilogy’ler yazardı; Sophocles ile Euripides ise her yıl dört değişik konuyu işlemekten hoşlanırlardı.
Yunan yazarlarının çok eser veren kişiler oldukları anlaşılıyor. Aeschylus’un doksan oyun yazdığı, on üç birincilik armağanı kazandığı söylenir. Sophocles yüzden fazla oyun yazmış, on sekiz yarışma kazanmış. Euripides’in doksan iki oyun yazdığı sanılıyor, ama her halde tanrılara, kutsal kişilere karşı takındığı tavır yüzünden olacak, yalnızca beş armağan kazanmış. Bu üç yazarın üç yüze yakın oyunundan günümüze kalanlar otuz üç tane, ötekiler kaybolmuş. Aeschylus’tan yedi, Sophocles’ten sekiz, Euri pides’ten on sekiz oyun var elimizde.
Her yıl yarışmaya katılacak üç oyun yazarını archon denilen bir yüksek memur seçerdi. Üç gün süren yarışmadan sonra eleştiri başlar, seçimde kurulmuş olan büyük yargıcılar kurulundan kura yoluyla küçük bir yargıcılar kurulu ayrılır, yıllık armağanları o kurul verirdi.
Komedi Koroları. Kazılarla ele geçirilen eski Yunan vazoları üstünde tiyatroyla ilgili resimlerle karşılaşılıyor. Üstte bir satir korosu; ortada atlı bir koro, altta devekuşlarına binmiş bir koro.
İlk trajedi yarışmasından elli yıl sonra Atina şehrinde komedi yarışmaları da düzenlenmeye başlandı. Önceleri bu işe bir gün ayrılıyor, çeşitli yazarların beş komedisi birbiri ardına oynanıyordu. Sonraları her gün trajedilerin arkasından bir komedi oynamak yoluna gidildi.
Atina şehrinde yapılan iki şenliğin yanı sıra ü çüneü bir şenlik daha vardı. Her yü aralık ayında, Atina’ya bağlı illerde yapılan bu şenliğe Kır Diyonizyası deniyordu. Kır Diyonizyalarında yeni yazarlar denenir, Atina şehri içindeki Diyonisos törenle rinde armağan kazanmış oyunlar tekrarlanırdı.