İspanya’nın Altın Çağı

İtalya’da olduğu gibi, İspanya’da da çekişmeler, kavgalar, yabancı boyunduruğu vardı. Ama sekizinci yüzyılın karanlık Ortaçağ İspanya’sına Araplar sa­nat ile bilimi getirmişlerdi. Hıristiyan, Yahudi, Müs­lüman dinleri arasındaki çekişmeler olmasa, İspan­ya’nın büyük bir ulus niteliğine ulaşması daha da çabuklaşırdı. İtalyan hükümdarları birbirleriyle uğra­şırken, hileler düzenler, parayla tutulmuş askerlerle ordular kurarken, İspanya kralları ile İspanya halkı yedi yüzyıl önce topraklarına gelip yerleşmiş olan Arap istilacıların son kalıntılarını temizlemeye sava­şıyorlardı. Bu kavgalar sırasında memleketi yöneten yerli hükümdarlar halka önemli hürriyetler vermek zorunda kalmışlardı. 1492 yılında İspanya’da canlı, yükselen, el ele vermiş bir ulus görüyoruz. Sonra ya­yılma, dünyaya gücünü duyurma çağı başlıyor. Yeni Dünya topraklarına el atılıyor ; öte yandan bir İs­panyol kral, Charles V, Kutsal Roma imparatoru olarak Felemenk’i, birtakım Alman krallıklarını, Burgonya’yı, Sicilya’yı, Napoli’yi Sardinya’yı boyun­duruğu altında tutuyor, Francis I’in Fransa’sını alıyor, Türkleri Tuna’nın ilerisine geçirmiyor, Tunus’a giriyor, parayla tutulmuş askerlerden kurulu bir or­duyla 1527 ’de Roma’yı yağma ediyor.

İspanya’nın Avrupa üzerindeki baskısı 1588 yılında ünlü Armada’nın yenilmesiyle sarsılır; 1609 yılında Felemenk’in elden çıkışıyla son bulur. Ama anayurtta sanat ile edebiyatın “altın çağı” daha bir elli yıl sürecektir.

Ulusal Tiyatronun Gelişmesi

Ortaçağ Tiyatrosu İspanya’da da tıpkı Fransa’­da, İngiltere’de, Almanya’da başladığı gibi başlamıştır  genel olarak dinsel, ama yer yer dine saygısız. Bu tiyatronun İspanya’da biraz geç ortaya çıkması mem­leketin büyük bir parçasının Arap boyunduruğu al­tında bulunmasından, bir de Katolik Klisesinin direnmesinden olsa gerek. Ama on ikinci yüzyılın orta­sında, İspanya’nın yarısı bağımsızlığına kavuşmuş­ken, bir mystery oyunu’nun yazıldığım biliyoruz. Günümüze 147 satırlık bir bölümü kalan bu oyun halkın konuştuğu dille yazılmıştır. On üçüncü yüzyıl İspan­ya’sında, tıpkı Fransa’daki gibi, kabalığa, bayağılığa, saygısızlığa düşmekten kaçınmayan komediler vardı. İspanyolların jugos de escarnio dedikleri bu oyunlarda papazların da rol aldığını bir yasak kara­rından anlıyoruz. Castile Kıralı, oynamak bir yana, bu oyunları seyretmeyi bile papazlara yasak ediyor.

Rönesans’ta İspanya Avrupa’nın öbür memleketlerinden biraz ayrılıyor. Dinsel oyunlar 1765’e kadar sürüyor öbür memleketlerden iki yüzyıl daha fazla. Üstelik bu çeşit oyunlar yazan ünlü oyun ya­zarları yetişiyor. Kilisenin gücü İspanya’da daha be­lirli; Katolik Kilisesi’nin eski Yunan’ı küçümsemesi yüzünden oyun yazarları klasik tiyatroyu taklit etme yoluna sapmıyorlar. Ama İspanyol halkı serüvenler, gülünçlükler, şiirli oyunlar, heyecan istiyor, İspanya tarihinin kahramanlıklarını sahnede görmek istiyor. 1500 yılından önce konularını dünya olaylarından alan birtakım oyunlar yazılıyor, sonraki elli yıl içindeyse İspanya’da yeni bir tiyatro kuruluyor.

Autos Sacramentales

İspanya’da ilk dinsel oyunlara (dinsel olmayanlara da) autos denirdi. En eski dinsel oyunların Kutsal Kitap’taki hikayeleri, ya da azizlerin hayatlarını canlandırdıkları anlaşılıyor. Corpus Christi yortusu dinsel oyunların en çok oynandığı zaman haline gelince oyunlar da değişiyor. Autos sacramentales adı verilen bu değişik oyunlar Fransız mystery oyunları’ndan çok, İngiliz morality oyunlarına benzemekte. Konuları Evrenin Yaratılışından, İsa’nın

Doğuşu’ndan, Yargı Günü’ne kadar herhangi bir dinsel konu olabiliyor. Ama oyun yazarları bu konuları işlerken allegory’ye başvuruyorlar. Kutsal Kitap’tan Alman bir kişi günlük hayattan bir insan olup çıkıyor. Örnekse şeytan bir korsan, ya da bir Arap olarak canlandırılıyor. Sonra soyut nitelikler, düşünceler insan biçimine sokuluyor. Ölüm, Dürüstlük, Kıskançlık, Salgın Hastalık diye adlandırılan kişiler çıkarılıyor sahneye. Autos sacramentales denilen bu oyunların oynanışında Fransa’daki, İngiltere’deki oyunları hatırlatan yönler pek çoktu; ama salt İspanya’ya özgü özellikler de az değildi. Önce büyük bir alay düzenlenerek sokaklardan geçilir, oyunun oynanacağı kiliseye gidilirdi; bu alaya çoğu zaman dev kılığına, canavar kılığına sokulmuş insanlar da katılırdı. İspanya’da da oyunların hazırlanması bir tarihten sonra esnaf birliklerine, loncalara bırakılmıştı; ama şehrin ileri gelenlerinin eli hep üstlerindeydi. İspanya’da dinsel oyunlar hiçbir zaman, Fransa’daki mystery oyunları gibi, kiliselerin büsbütün dışına atılmamıştır. Yalnız, kilisede oynanan bir oyun sonradan kilise dışında çeşitli yerlerde de tekrarlanırdı. İlk dinsel oyunları (autos) papazlarla lonca üyeleri oynarlardı. Ama 1454 yılından kalma bir yazıda, dinsel bir oyunda yer almak üzere üç dansçı ile hokkabaz tutulduğu belirtiliyor. Bu tarihten sonraki iki yüzyıl boyunca profesyonel kumpanyaların en iyileri dinsel oyunlar için zaman zaman tutulmuş. Gil Vicente, Lope de Vega, Calderon  gibi başarılı oyun yazarları yüzlerce dinsel autos yazmışlardır.

Ayrıca, dansa çok düşkün olan İspanyol ulusunun bu sevgisini Kiliseye bile kabul ettirdiği, kiliselerin içindeki dinsel oyunlarda dansın yer aldığı biliniyor.

İspanya’nin Tekerlekli Sahneleri

Kilisede oynanan bir oyunun kilise dışında çeşitli yerlerde tekrarlandığını söyledik. Bu işin yapılışında İngiltere’nin mystery oyunları’na bir benzerlik var: Oyuncular şehrin içindeki oyun yerlerine bir arabayla, tekerlekli sahneleriyle gidiyorlar. İspanyol’lar bu arabalara carros diyorlardı, şehrin içinde dolaşıp böyle oyunlar oynamaya verilen ad ise La Fiesta de los Carros  arabalar şenliği. Yalnız, İspanya’da tekerlekli sahneler getirilip her oyun alanında bulunan bir düzlüğe yanaştırılıyor, önemli sahneler o düzlükte oynanıyordu. Bir de her halde geçitlerde kulla nüan la roca denilen sahneler vardı; on iki kişinin taşıdığı bu sahnelerin üstünde İsa, Meryem, çeşitli azizler bulunurdu.

Sokaklarda, alanlarda büyük sahneler, “evler” de kurulurdu. Dekorlar, kostümler tek tip değildi, çeşitli yerlere, çeşitli zamanlara göre değişik değişikti. En aşağı dört yüzyıl autos sacramentales denilen oyunlar katedralleri, çarşı alanlarını oyun yeri olarak kullandılar. Ama 1580 yılından önce basit, acemice oyunlarıyla kasabadan kasabaya dolaşan gezici kumpanyalar da vardı; Cervantes Don Quixote’da böyle bir kumpanyayı anlatmıştır.

Kaba Komedinin Dinsel Oyunlara Karışması

İspanya halkı tiyatronun her çeşidini seviyordu. Oyunların dinsel olanlarına da, din dışı konuları işleyenlerine de ilgi sonsuzdur. O yüzden de çeşitler birbirine kolayca karışıyor, her türlü gösteri oyunlara katılabiliyordu. Bir oyuna şarkılar, danslar, monologlar, komik parçalar, hokkabazlıklar eklenmesini seyirciler hiç yadırgamazlardı. Bu sözler kiliselerde oynanan autos sacramentales adlı dinsel oyunlar için söylenemez gerçi, ama kilisedeki oyun sona erip sokağa çıkılınca gösteriler hemen başlıyor, dinsel oyunlara konularıyla ilgisiz türlü şaklabanlıklar ekleniyordu.

Din dışı konuları işleyen oyunların bölümleri arasında oynanan entremes adlı parçalar, danslı, şarkılı komedi parçalan dinsel oyunlara da sokuşturuluyordu. Bu duruma karşı çıkan papazların yazdıkları yazılar on yedinci, on sekizinci yüzyıllarda iyice çoğalmıştı. Kiliselerin içindeki oyunlarda değilse bile, sokaklardaki oyunlarda şaklabanlıklara, dine aykırı hareketlere, sözlere engel olunamıyordu. Sonunda Charles İİİ krallık yetkilerini kullanarak 1765 yılında bütün auto sacramentales oyunlarının oynanmasını yasak etti.

Comedia’larla İlk Oyun Yazarları

Charles İİİ başka bir dinsel oyun çeşidini de yasak etmişti. Bu oyunlar yalnız halka açık tiyatrolarda oynanırdı; adları comedia de santos idi. “De santos” sözünün anlamı açık, “azizlerin” demek. “Comedia” sözcüğünün anlamı ise açık değil; komedi anlamına gelmiyor yalnız. Melodramlara, trajedilere de “comedia” deniyor o çağda. (Gerçek olarak tiyatro anlamını veriyor bu sözcük.) Nasıl Ortaçağ’da auto sözcüğüyle dinsel olan, olmayan her çeşit oyun anlatılıyorsa, Rönesans’ın sonralarına doğru da üç bölüm olarak oynanabilecek uzunlukta her çeşit oyuna comedia deniyor. Birkaç yıl kadar kimi comedia’lar düzyazı  ile yazılmıştı. Ama İspanyol Edebiyatı’nın “altın çağanda (1550’den 1650’ye kadar süren yüz yıl boyunca) yazılan bütün comedia’lar ölçülüydü. Bir oyunda konuşmalara, durumlara, anlama göre çeşitli ölçüler, çeşitli uyak düzenleri kullanılırdı. 1500 ile 1500 yılları arasında İspanya ile Portekiz’deki oyun yazarları işte bu comedia denilen yeni oyun çeşidini geliştirmekte, büyütmekteydiler.

İspanyol tiyatro yazarlığının kurucusu Juan del Encina’dır. Musikici, saray adamı, oyuncu olan bu yazar daha çok dinsel, pastoral konularda yazdı; ama çağdaş toplumla da yakından ilgiliydi. 1497’den sonra yazdığı oyunlarda çağını yansıtmaya çalıştı. Encina’nm yolunda yürüyen sonraki oyun yazarları konularını çoğunca günlük hayattan aldılar, neşeli şeyler yazdılar.

Bartolome de Torres Naharro  hayatının büyük bir parçasını İtalya’da geçirdiyse de klasik oyunları taklit etmek hevesine kapılmadı. Bir işgal ordusuna yergi yazdı; Romalı bir kardinalin uşakları arasında geçen bir komedi yazdı. Yarattığı bir komedi kişisini, gracioso’yu ondan sonra gelen oyun yazarları da kullandılar. Torres Naharro belki de oyun yazarı olarak kendisini yeterli bulmadığından, oyunlarının başına intorito denilen parçalar, prologlar ekler, olaylar dizisinin bir özetini verirdi. Sonradan bu introitolar loa adını aldı, oyunu öven, oynandığı şehri yücelten, parçalar haline geldi. Daha sonraları ise “yeni sözler ariyan” oyun yazarları loa’lar da haftanın günleri, ya da A harfi gibi konular üzerine övgüler düzmeye başladılar.

Usta bir yazar olan Juan de la Cueva  ulusal tarihe el attı, oyunlarında İspanyol halkını yaşattığı gibi, halk şiirlerinden de yararlandı. Başka bir yazar, Gil Vicente günlük hayattan gülünç sahneleri işledi. Bu yazarın oyunlarının dörtte birini İspanyolca yazmış bir Portekizli olması iki memleket tiyatroları arasındaki yakınlığı belirtiyor.

Lopk De Rueda

İspanya’nın ilk önemli oyun yazarları Encina, Naharro, Cueva, Vicente çoğu zamanını İtalya’da geçiren, halk için değil de, saray için yazan kimselerdi. Gene de oyunlarındaki canlılık uzun yıllar çeşitli şehirlerdeki profesyonel kumpanyaların ilgisini çekti.

Doğrudan doğruya halk için yazan ilk oyun yazarı Lope de Rudea  di. 1575 yılma kadar İspanyol sahnesini egemenliği altında tutan gezici tiyatroların hem oyuncu, hem idareci, hem de oyun yazarı olan tiyatro adamları vardı. Oyunlar da yazdıkları için bu kumpanya sahiplerine autores de come dias deniyordu. Rueda bunların en önde geleniydi. Sonraları kumpanya sahipleri oyun yazarlığını bıraktılar, oyuncuları olduğu gibi, yazarları da parayla tutmaya başladılar. Böylece autores de comedias sözünün yazarlıkla ilgisi kalmadı; tiyatro yönetmenlerine autore dendiği görüldü.

1558 yılına, Rueda’ın varakçılığı bırakıp biri kitapçı olan üç beş arkadaşıyla birlikte bir gezici kumpanya kurmasına kadar, konularını dinden almayan oyunların çoğu sarayda oynanırdı. Rueda hem bir oyun yazan, hem de bir kumpanya sahibi olarak halka yönelişiyle Ulusal İspanyol Tiyatrosunun kurucusudur. Ama onun bu davranışında da İtalyan etkisi vardı. İspanya’da oyunlar oynayan gezici bir commedia dell’arte kumpanyasına özenerek oyunculuğa başlamıştı. Altısı düz yazı, üçü ölçülü olan komedilerinde İtalyanlardan alınma olay dizilerini kullanmış, ama konuşmalarda, neşelenişte, biçimde bütünüyle İspanyol kalmıştır. Paso denilen küçük ara komedilerini ilk yazan da odur; bölüm aralarında oynanan bu kısa komediler en eski tek perdelik oyunlar olarak görülebilir.

Gezici Kumpanyalar

On altıncı yüzyılda tiyatro yapılan kurulduktan sonra bile gezici kumpanyalara gösterilen ilgi sona ermedi. 1603 yılında Agustin de Rojas adlı bir yazar bu çeşit topluluktan anlatan neşeli bir yazı yazmıştı. Gezici tiyatro topluluklarını sekize ayırıyordu.

Bululu denilen oyuncular tek başlarına, yayan dolaşırlardı. Bir köye gidince papaza başvurup bildikleri oyunu söyler, yardımını isterlerdi. Papazın aracılığıyla halk toplanır, oyuncu da bir sandığın üstüne çıkar, bildiği comedia’yı bütün kişilerini tek başına canlandırarak oynar, anlatırdı. ‘‘Şimdi bilmem kim girdi, şöyle şöyle dedi.” O oynarken papaz elinde bir şapkayla seyircilerden para toplardı.

Raque iki kişilik bir topluluktu. Bir entremes, ya da bir auto’dan bir parça oynarlar, sakal takar, davul çalar, karşılığında iki maravedi  alırlardı. Elbiseleriyle uyuyan, çıplak ayak dolaşan, hep karnı aç olan oyuncular.

Gangarilla üç ya da dört kişilik bir topluluktu; üç erkek, bir de kadın rollerine çıkan çocuk, İM gülünç entremes ile bir auto oynar, karşılığında dört maravedi alırlardı.

Cambaleo altı kişilik bir topluluktu; beş erkek bir de şarkı söyliyen kadm. İki auto, bir comedia, üç ya da dört entremes oynar, karşüığmda altı maravedi alırdı. Bunların yanlarında taşıdıkları bir boh çalık kostümleri de olurdu.

Agustin de Rojas’ın yazısı böylece gidiyor Oyuncular, oyunlar çoğalıyor; arabalar, eşekler derken tam compania’ya geliniyor. Bu kumpanyalar epeyce kalabalık, her çeşit insan var içinde; iyiler, kötüler, erkek, kadın, on altıdan fazla oyuncu, otuza yakın yiyici. Elli comedia oynıyabiliyor, seyircilerden kapıdan içeri girerken para alıyorlar.

Okullarda, Sarayda Oynanan Oyunlar

İtalya ile İngiltere’de olduğu gibi, İspanya’da da klasik örnekleri taklit ederek yazılan, saraylarda, üniversitelerde oynanan oyunlar vardı. Elimizde yazması bulunan ilk din dışı oyun Valencian diliyle yazılmış, 1394 yılında Valencian sarayında oynanmıştır. Saraylardaki oyunlar bazen İspanyolca, bazen Latince olurdu, bazen da bu iki dil birbirine karıştırılırdı. Yunan trajedilerinin çevrilmesi 1500 yılından az sonra başladı. Kimi üniversitelerde öğrencilerin her yıl iki klasik oyun sahneye koymaları şarttı. Tiyatro bir eğitim aracı olarak görülürdü. Ama saraylarla okulların dışında Yunan ya da Roma oyunlarının taklitlerini ariyan bir seyirci yoktu. Halk Encina yolunda giden, konularını çağdaş hayattan seçen comedia yazarlarını seviyordu.

İtalya’nın sahne gösterileri de İspanya’ya saray yoluyla girdi. 1548 yılında İspanyol prenseslerinden birinin evlenme töreni yapılırken, Valladolid Sarayında Ariosto’nun bir komedisi İtalyan yöntemleriyle sahneye konmuştu. Gene o yıl Milano’da bir komedi seyreden Philip İİ 1556’da tahta çıkınca sarayda İtalyan komedileri oynatmak üzere İtalya’dan bir uzman getirmişti. Philip İİİ ise İtalya’dan yalnızca oyunlarla sahne düzenleyicileri getirmekle kalmadı, oyuncular da getirtti; Madrid Sarayı içinde bir tiyatro yaptırdı. Auto sacramentales’ler sarayda her zaman oynanırdı zaten. Philip İİİ halka oynanan dinsel oyunları tekrarlamaları için saraya profesyonel oyuncular da çağırtmaya başladı. “Altın Çağ” m son kralı Philip İV tiyatroya düşkünlükte herkesi geride bıraktı. 1623 ile 1654 yılları arasında sarayda aşağı yukarı 300 comedia oynandı. Gösteriler düzenlemek için su gibi para akıtıldı. Saray profesyonel kumpanyaların uğrağı haline geldi. 1632’de El Buen Retiro aarayı yapılırken içine çok ilgi çekici bir tiyatro eklendi. Oyun açıklıkta geçtiği zaman sahnenin arkası açılıyor, uzaktan saray bahçesi görülüyordu. 1635 yılında Calderon, “Altın Çağ” m son büyük oyun yazan, saray gösterilerini düzenleme işiyle görevlendirildi.

İspanya’da Commedia Dell’arte

Commedia dell’arte oyuncularının İspanya’ya ilk olarak ne zaman gittikleri bilinmiyor. 1538’de bir İtalyan kumpanyası Seville’de yapılan bir törene çağrılıyor; demek ki bu kumpanya daha önce İspanya’da oyunlar oynayıp memlekete ün salmış. Seville, Lop e de Rueda’nın doğduğu, yaşadığı yer. Rueda oyunculuğa atılma kararını vermeden önce her halde bu çeşit toplulukları seyretmişti. 1538 ile 1574 yıllan arasında İtalyan Commedia dell’arte oyuncuları İspanya’ya öylesine yayılmışlardı ki kral bile bu yabancıları görmek istemişti. Alberto Nazeli de Ganassa’mn kumpanyası 1574’de Philip II’nin sarayında oyunlar oynamış, sonra da birçok şehirleri dolaşmıştı. Oyunlar gerçi İtalyanca oynanıyordu, ama işinin ustası olan oyuncular pandomimden yararlanarak dil engelini kolayca aşıyorlardı.

Patio’lar  İlk Halk Tiyatroları

1576 yılma kadar İngiltere’de oyunlar han avlularında oynanırdı. O yıl bir kumpanya kendisine yeni bir tiyatro yaptırdı; kesinlikle bilinmese de bu tiyatronun han avluları örnek tutularak yaptırıldığı sanılıyor. İspanya’da da öyle olmuş; ama İngiltere’den daha önce.

İspanya’da, Fransa’da, İngiltere’de devlet ileri gelenleri tiyatroların gelirinden hastanelere, yardım derneklerine pay ayırırlardı 1520 ile 1568 yılları arasında İspanyol şehirlerinde en aşağı altı tiyatro açılmıştı; halka oynayan tiyatrolar. Cofradia denilen yardım dernekleri tiyatroların açılmasını destekliyor, sonra da geliri oyuncularla paylaşıyordu. İlk tiyatrolar han avlularında kurulmuştu. Patio zaten avlu demek. Yalnız, şu nokta önemli: Bu avlular tiyatro haline sokulduktan sonra, başka işlere kullanılmaz oldular. Bir süre sonra, İspanya’da halk için tiyatro yapıları yapılmaya başlanınca, bunların avlu biçiminde düzenlendiği görüldü. 1700 yılma kadar İspanya’da yapılan tiyatrolar hep avluya benzedi.

On altıncı yüzyılda güney ya da doğu İspanya’da ki bütün evlerin bir avlusu bulunurdu. Dört yanı kapalı, üstü açık olan bu avluların bir köşesinde sokağa açılan bir kapı olurdu. Böyle bir avlunun ilkin 152û’de, Malaga’da tiyatro olarak kullanılmaya başlandığı biliniyor.

Corral’ler

Kuzey şehirlerindeki yapılarda patio’lar yoktu. Oralarda İspanyollar tiyatro alanı olarak evlerin birbirine bakan arka yüzleri arasındaki boşlukları kullandılar. Çoğu zaman süprüntülerin, işe yaramaz şeylerin atıldığı bu arka bahçelere corral denirdi. Val ladolid’de böyle bir arka bahçenin halka açık bir tiyatro haline getirilişi 1554 yılma raslar. Sonra 1560 da Barcelona’da, 1565’de Cordoba’da bu çeşit tiyatrolar kuruldu. 1568’i izleyen yıllarda Madrid’de beş corral vardı. Bir zaman sonra güneydeki patio’lara da corral denmeye başlandı. 1700 yılında İtalyan operalarını örnek alan tiyatrolar yaptırılmaya girişilince bu iki sözcüğün yerini İspanya’da da teatro sözcüğü aldı.

On altıncı yüzyıl corral’lerinde bahçenin bir yanma evden eve uzanan, geniş, perdesiz bir sahne yerleştirilirdi. İki yandaki evlerin odaları, pencereleri seçkin seyircilerin localarıydı. Bu odaları ya cofra dia’lar kiralayıp işletir ya da ev sahipleri tiyatroya her yıl belli bir para verirlerdi. İki yanlarda, sahnenin önünde oturacak yerler olurdu. Oturanların arkasındaki boşlukta ise ayakta durulurdu. Seyirciler kapıda bir giriş parası verir, evlerdeki odalara çıkmak, ya da sıralara oturmak isterlerse ikinci bir ücret öderlerdi. Kral Madrid’te bulunduğu zamanlar giriş parası fazlalaştırılırdı. 1575’de kapıdan giriş yarım real’di, sahnenin önündeki sandalyeler için bir real, localar için altı real ek ücret alınırdı.

ispanyol tiyatrosuShakespeare Çağinda Bir Madrid Tiyatrosu. Patio’ların bulunmadığı kuzey İspanya’da evlerin birbirine bakan arka yüzleri arasında corral denilen tiyatrolar kurulurdu. Yukardaki resim 1574 yıllarında Madrid’deki bir corral’i gösteriyor.

Oyun yazarlarının en iyileri bir auto’yu 300, bir comedia’yı ise 550 real’e satarlardı. 550 real insanı bir yıl geçindirebilirdi. Madrid’de bir oyunun beş altı kereden daha fazla oynandığı pek az olurdu.

Oyunlar öğleden sonraları oynanırdı. Önceleri tiyatrolar yalnız pazarları, bir de bayram günleri açıktı; sonra hafta arasında salı, perşembe günleri; daha sonra her gün oyunlar oynanmaya başlandı. Ama perhiz günleri, salgın hastalıklar, saraydaki ölümler, yazın sıcağı, kışın yağmurları yüzünden yılda 200 oyun bile zor verilirdi. 1574’de İtalyan yıldız Ganassa, Madrid’in Corral de la Pacheca’sını yeniden yaptırırken, yağmurlu günlerde de çalışabilmek isteğiyle sahnenin, oturulan yerlerin üstünü kapattırmış, ayakta durulan yerin üstüne de tente gerdirmişti.

Madrid’de cofradia’ların 1579, 1583 yıllarında yaptırdıkları ilk iki tiyatro yapısı Corral de la Pac heca’ya benzeyen, onun geliştirilmesiyle ortaya çıkmış yapılardı. Modern tiyatroları andıran ilk tiyatro ise 1708’den 1719’a kadar Madrid’de operalar, comedia’lar oynayan bir İtalyan kumpanyası için kurulmuştu. 1738’de de gene bir İtalyan’ın yol göstermesiyle Madrid’in ilk büyük operası yaptırıldı. Bu tiyatronun her halde perdesi, proscenium’u, İtalyan tiyatrolarında kullanılan sahne makineleri vardı.

Oyuncular, Kostümler, Sahne

Rojas’nın yazısından öğrendiğimize göre, İspanya'nın gezici kumpanyalarında kadın oyuncular da bulunuyordu. Madrid’de ise 1587’ye kadar kadınlar sahneye çıkarılmadı. O tarihten sonra kadın oyuncular İspanyol sahnelerine yayılmaya başladılar. Philip İV un günlerinde kadın oyuncuların uyandırdığı hayranlık sonsuzdu. Soylu kişiler bu kadınların sevgisini kazanabilmek için yarışırlardı.

On sekizinci yüzyılın sonuna kadar aşağı yukarı her yerde oyuncular sahneye çağdaş kostümlerle çıkarlardı. İspanya’da da öyleydi. Yalnız, tarihsel oyunlarda yer alan Müslümanlar canlandırılırken çağdaş giyinişe uyulmazdı. Kostümler gelişigüzeldi; bir Türkün boynunda Hıristiyanların taktığı bir madalyon görülebilir, ya da bir Romalı sahneye dar pantolonla çıkabilirdi. Oyun yazarları bir yolunu bulup kadın oyunculara da pantolon giydirmekte pek ustaydılar. Zamanla pahalı kostümler çoğaldı. 1636’da bir oyuncu işli bir pelerini tam 3600 real ödeyerek satın almıştı.

İspanyol sahnelerinde açılıp kapanan bir ön perde, bir proscenium yoktu. Oyuncuların girip çıkması için birkaç kapı, bir de yerde gizli kapak vardı. Arkadaki küçük iç sahne perdeliydi. Gene arkada sahnenin üstüne doğru uzunlamasına bir balkon bulunurdu. İki yanlarda da perdeler asılıydı. Arada bir kaba dekorlar kullanılırsa da, çoğunca oyuncuların bir kapıdan çıkıp başka bir kapıdan girmeleriyle sahne değişmiş olur, nereye geldikleri konuşmalarından anlaşılırdı.

Görüldüğü, gibi, İspanyol Tiyatrosu birçok bakımlardan Shakespeare Tiyatrosu’na benziyor. Ama saray gösterilerinin süslü dekorları İspanyol tiyatrolarını İngiliz tiyatrolarından daha önce gösterişe boğmuştur. 1622’de yazdığı bir önsözde Lope de Vega dekorların, makinelerin oyun sanatı üzerindeki kötü etkilerini belirtir.

Cervantes, Vega, Calderon

Rueda’dan sonra gelen ilk önemli oyun yazarı Cervantes hem bir asker, hem de bir din mezhebi üyesiydi. Lepanto deniz savaşında üç kere yaralanmış, sağ’ kolu ile eli sakat kalmıştı. Beş yıl bir Cezayir zindanında yattıktan sonra Azore Adaları’nda savaştı. Yoksulluk yüzünden cezaevine girip çıktı. Franciscan mezhebine katıldı. Ünlü eseri Don Quixote’un ikinci yansını ölümünden az önce tamamlıyabildi. Otuz kadar comedia ile entremes yazdığım söyler; ama bu oyunlarda Don Quixote’daki başarısına erişememiştir

Lope de Vega hayatında olduğu gibi oyun yazarlığında da olağanüstü bir kimseydi. Büyük aşklar ya~ şadı, karıları, metresleri, çocukları oldu. İspanyol Armadası  ile denizlere açıldı; yitirilen savaşlardan sağ döndü. Birkaç ay içinde biri karısından, biri metresinden iki, çocuğu birden doğdu. Elli yaşında bir din mezhebine girdi; ama hem 050ın yazarlığına, hem de çapkınlığa devam etti, öte yandan vücudundan kan çıkarana kadar kendini kırbaçlamak, kilisesine karşı gelen bir papazı yakmak gibi dinsel görevleri de yerine getirirdi.

Lope de Vega “Altın Çağ” m büyük yaratıcısı, İspanyol oyun yazarlığının öncüsüydü. Comedia’iara son biçimini o verdi. Konularını çoğu zaman kendi yarattı; başkalarından aldığı olay dizilerini yeniden işlemek yoluna sapmadı. Tarihsel oyunlar yazdı, trajedi ile komediyi birleştirerek toplumsal konulara eğildi, alt tabaka insanlarının dertlerini ortaya vurdu.

Lope de Vega yirmi dört saatte bir oyun yazacak kadar hızlı çalışırdı. 1800 comedia, 400 auto yazdığı söylenir. Bu kadar hızlı çalışmasına karşılık eserlerinin şiir gücü gene de çok yüksektir. Kişi yaratmaya değil de, canlılığa, harekete, heyecana, şiirliliğe önem verirdi.

Ünlü İspanyol oyun yazarlarının sonuncusu olan Calderon hem halkın, hem de sarayın sevgilisiydi. Philip İV onu şövalyeliğe yükseltmiş, saraya bağlamıştı. Üç sefere katılmış olan Calderon öldüğü zaman seksen bir yaşında, çok zengin, bir insandı. Dinine gerçekten bağlı bir kimse olduğu için bütün servetini Kiliseye bıraktı. Yazdığı 200 comedia ile auto’nun konularını Lope de Vega’dan, öbür ünlü oyun yazarlarından almıştı. (Rönesans’ta yazarların başkalarından konu almaları yadırganmazdı; ustalık konunun işlenmesinde aranırdı.) Calderon’un oyunları yüksek duygularla, inançla, şiirle yüklüdür. Kimi eserleri bugün bile hayranlık uyandırıyor.

İtalyan, Fransız, İngiliz, Felemenk yazarları pek çok İspanyol comedia’sını kendi dillerine çevirmiş, ya da adapte etmişlerdi. Bu arada, Corneille’in Le Cid’i yazarken Guillen de Castro’nun bir oyunundan yararlandığını, Don Juan adlı ünlü sahne kişisini ise Tirso de Molina’nın yarattığını biliyoruz.

Konuşmaya Verilen Önem İle Kural Dinlemezlik

İspanyol oyun yazarlığının iki önemli özelliği, konuşmaya verilen değerle kural dinlemezliktir. İspanyol yazarlarının konuşmaya düşkünlükleri edebiyatlarının öbür türlerinde de açıkça bellidir. Klasik kurallara uymamaları, zaman ile yer birliklerine aldırmamaları başarıya ermelerini kolaylaştırmıştır. Oyunları beş bölüme ayırmak, beş perde olarak yazmak geleneğine de uymazlardı. Bir zaman dört perdelik oyunlar yazdılar, sonra comedia’larda perdeler üçe indirildi.

İspanyol oyun yazarları sanatları üzerine konuşmayı, yazmayı severlerdi. Elimizdeki yazıların çoğu geleneklere, kurallara karşı söylenmiş sözlerle doludur. İspanyol Tiyatrosu bu bakımdan, da Shakespeare Tiyatrosu’na benziyor.

1681’de son büyük İspanyol oyun yazarı öldüğü zaman Madrid’de kırk tiyatro vardı. “Altın Çağ” boyunca sahneye çıkmış iki binden fazla oyuncunun adını biliyoruz. Ayrıca, otuz bin oyunun yazılıp oynanmış olduğu söylenir. Bu oyunların birçoğu her halde kötü şeylerdi, ama aralarmda günümüze kadar ulaşabilecek değerde olanları da vardı.

İspanyol Tiyatrosu’nun şaşılacak bir yanı İspanya’nın duraladığı, düşmeye başladığı bir sırada onun büsbütün canlanmış olmasıdır. Oyun yazarlığı Yeni Dünya’nın İspanya boyunduruğuna girmesiyle birlikte başlar, ama en iyi oyun yazarları memlekette açlık, yoksulluk baş gösterdiği, Felemenk savaşları devleti iyice sarstığı bir sırada yetişmiştir. Lope de Vega, Calderon gibi ölümsüzler, açlıktan kırılan topraklarda, aşıkların sevdiklerine çiçek yerine yiyecek götürdükleri günlerde üne erdiler.