Tartışma, okuyucu ya da dinleyicimizi dilediğimiz davranış ve düşünüşe yöneltmek için başvurduğumuz bir anlatım biçimidir. Tartışmanın amacına varması, okuyanı ve dinleyeni etkilemesine bağlıdır. Ama “etkililik” ve “inandırıcılık” bütün anlatım biçimlerinde aranılan niteliklerdir. Onu, diğer anlatım biçimlerinden ayıran başka yönleri var mıdır?
Tartışma, her şeyden önce bir düşünüş ve anlayış çatışmasının ürünüdür. Bir konuda bizimle aynı kanı, aynı düşünüş, aynı anlayış içinde bulunan biriyle elbette ki tartışamayız. Ama konu üzerinde bizim gibi düşünmeyenleri, kendi düşünüş düzlemimize getirmek için tartışabiliriz. Bu yönü, tartışmayı öteki anlatım biçimlerinden ayırır. Ne ki tartışma da yazılarda bir başına kullanılmaz, gerektikçe öteki anlatım biçimlerinden de yararlanırız. Özellikle, açıklamadan.
Tartışma, çok yaygın bir anlatım biçimidir. Konuşmalarda, konferanslarda, bir savcının savunmasında, bir avukatın savunmasında, ders kitaplarında yer alan herhangi bir konuda, söyleşi ve eleştirilerde, roman ve öykülerde, kısaca düşünüş ayrılığını gidermek için yapılacak her türlü sözlü ve yazılı anlatımda yer alır.
Önerme ve Nitelikleri
Tartışmanın ilk adımı, ortaya bir önermenin atılmasıdır. Bu, okuyucumuzca kabul edilsin diye ileri sürdüğümüz yargıdır. Olumlu ya da olumsuz olabilir. İster olumlu ister olumsuz olsun, ortaya konan önermede bazı nitelikler aranır. Bunlar nelerdir?
Tek Yönlülük: Önerme tek yönlü olmalı, tartışmayı değişik yönlere sürükleyecek bir özellik taşımamalı. Bir düşünce üzerinde toplanmalı, tartışılacak konu açıkça belli olmalı. Hemen belirtelim ki, yargılar çok kez karmaşık bir nitelik taşır. Sözgelimi, “Bu gül kırmızıdır.” yargısını ele alalım. Bu yalın yargı bile iki yönlüdür:
1- “Bu güldür.”,
2- “Bu kırmızıdır.”
Ama burada tartışılacak olan kırmızılıktır.
Açıklık: Açık bir önerme, bizim söylemek istediğimizi tam karşılayandır. Bu da kolay değildir. Önce de değindiğimiz gibi, “açıklık”, sözcüklerin seçimi, cümledeki yeri ve onlara yüklenecek anlama bağlıdır. Anlamsa kolayca sınırlandırılamaz. Nesnel kavramları karşılayanlarda bile tam bir belginlik yok. Örneğin, “Şişman bir adamın ağırlığı ne kadar olmalıdır?” Doksan? Doksan beş? Yüz? Yüz yirmi beş? Yüz elli? Bu ağırlıklardan herhangi biri, kimimize normal gelebilir. Nitekim “şişman”, “şişmanca”, “çok şişman” gibi anlatımlar bunun belirleyicisi değü midir? Hele bu değişkenlik nesnel olmayan iyi, güzel, çirkin kavramlarında iyiden güçleşir. Bu yönden tartışmayı olumlu biçimde yürütmenin yolu, sözcüklere belirgin anlamlar yükleyerek kullanmadır.
Kanıtlama ve Kanıtlama Yolları
Bir önerme ortaya atıldıktan sonra onu kanıtlamalıyız. Kanıtlarınızsa genellikle iki türlüdür: Gerçek ve Kanı. Gerçek, gözlenen deneylerle doğrulanabilen olgu ve fikirlerdir. Kanıysa kişiden kişiye göre anlamca değişme gösteren, değişik yorumlara yol açan fikir ve olgulardır. Her ikisini de diğer anlatım biçimlerinden olduğu gibi tartışmada da kullanırız.
Önermemizi inandırıcı kılmanın bir yolu da, başkalarını tanık gösterme, onların düşüncelerine başvurmadır. Başkaları dediğimiz kimlerdir? Hemen, herhangi bir kimsenin düşüncesine başvurabilir, onu tanık gösterebilir miyiz? Gösteremeyiz elbette. Çünkü, düşüncesine başvuracağımız kimse önermemizi destekleme yolunda bir yetkin (otorite) olmalıdır.
Yetkinlik, genellikle bir kimsenin belli bir alandaki başarısına dayanır. Sözgelimi, zengin bir tüccar para kazanmanın yolunu, ünlü bir ressam resim yapmanın tekniğini, tanınmış bir güreşçinin de güreşin yolunu yordamını bildiği sanılır. Çünkü; başarı, başarıyı kazanan kimseye karşı bizde bir güven yaratır; böylece onu o alanda yetkin sayarız.
Yetkin olan kişiyi seçmede dikkatli olmalıyız. Bu konuda kimileri, belli alanda ünlü ve yetkili olan kimseyi alanı dışında da yetkinmiş gibi gösterir. Bu tutum önermemize karşı güven ve inanma yerine güvensizlik yaratır. Örneğin, ünlü bir müzisyeni, devlet yönetiminde; büyük bir matematikçiyi ahlak alanında, bir fizikçiyi din üzerinde konuşturma okuyucularımızı etkilemez, inandırmaz. Böyle davranım, aldatmanın bu başka yoludur. Belli bir konu için yetkin seçmede zaman da önemli bir etkendir. Bin yıl önce ya da bir iki yıl önce yazılmış bir kitabı bir önerme için kanıt göstermemeliyiz. Biri, oldukça yeni, ötekiyse eskimiş, modası geçmiş sayılabilir. Tıpkı bunun gibi dış politika konusu üzerinde yapacağımız bir tartışmada da Kanuni’nin bugünkü politikamızı çizmede önemli bir lider olduğunu, onun yolunu izlediğimizi söyleyemeyiz. O halde, düşüncelerine başvuracağımız kimse, alanında tam yetkili, zamanımızda yerini ve saygınlığını koruyan biri olmalıdır.
Seçtiğimiz kimsenin, okuyucumuz ya da dinleyicimizce tanınıp tanınmadığı da göz önünde tutulmalıdır. Ayrıca ona karşı bir güveni olup olmadığı da hesaplanmalı. Örneğin, Kuran, bir Katolik için gerçek anlamda inandırıcı bir değer taşımaz. Böyle bir okuyucuyu inandırmada Kuran'ı kaynak ve kanıt olarak seçme, yerinde bir tutum değildir. Ama aynı kaynak, gerçek bir Müslüman için inandırıcı ve onu etkileyici olabilir...
Düşünce ve Düşünce Üretme Yolları
İyi yazmanın ve iyi konuşmanın temel dayanağı, iyi düşünmedir. Düşünmeyi, bir hüküm çıkarma amacıyla, fikirleri inceleme, karşılaştırma ve aralarındaki ilgileri bulma gibi zihin işlemi olarak tanımlayabiliriz. Yalnız tartışma değil, öteki anlatım biçimlerinin hemen hepsi, iyi ve doğru düşünmeyi gerektirir. Bu nedenle kısaca da olsa kimi genel ilkeleri tanımanız yararlı olur.
Denilebilir ki, doğumdan ölüme değin bütün yaşam, insanın düşünme yetisini geliştirmek için düzenlenmiş bir eğitim gibidir. Sözgelimi, ateşin yaktığını, taşın sert olduğunu daha erken yaşlarda öğreniriz. Zamanla toplumsal, töresel başka gerçeklerin de ayrımına varırız. Doğruluğun iyi; yalancılığın kötü oluşu gibi. Bu gerçekleri ya kendimiz yaşayarak ya da başkalarının yaşantılarından öğreniriz. Ama edindiğimiz gerçeklerin bize bir yarar sağlaması, onları değerlendirmemize, bir sonuca varacak şekilde ele almamıza bağlıdır. Bunun da iki ana yolu vardır:
Tümevarım: Parçadan bütüne, tek tek yargılardan genele gitme yoludur. Bunu somutlaştırmak için bir örnekle açıklayalım: Bir atölye sahibi, atölyesinde çalıştırmak üzere hepsi de X kasabasından olan beş işçiyi değişik tarihlerde işe alıyor. Bunların çalışmalarını denetliyor, davranışlarına bakıyor; tümünü de iyi huylu, çalışkan, becerikli ve işlerine bağlı buluyor. Atölye sahibi, X kasabasından olan bu beş işçiyi, tek tek değerlendirerek, sonuçta şöyle bir yargıya ulaşıyor: “X kasabasından olan işçiler, iyi huylu, çalışkan ve görevlerine bağlı kimseler oluyor.” Şimdi bu duruma bakarak, aynı kasabadan bir altıncı işçinin, bu atölyeye iş için başvurduğunu düşünelim. Atölye sahibinin bu işçiyi duraksamadan işe alacağını söyleyebiliriz.
Tümevarımın bir başka yolu da, benzerliklerden yararlanmada. Bu iki nesne arasındaki bilinen iki benzerlikten bilinmeyen üçüncü benzerliği çıkarmadır. Örneğin, ay da tıpkı dünyamız gibi aynı yüzey şekillerini taşıyor. Öyleyse dünyamızda bulunan canlılar ayda da vardır. Bilinen benzerlikler ayın ve dünyanın yüzey şekilleri yönünden birbirlerinin aynı oluşları, bilinmeyen benzerlikse canlıların da aynı olabileceği düşüncesidir.
Tümdengelim: Usumuzu kullanmada uyduğumuz bir diğer yöntem de tümdengelimdir. Bu yöntemde zihnimizin çalışmasa, tüme- varımınkine karşıttır. Bunda genel bir yargıdan özele; etkenden etkiye; yasalardan olaylara gidilir. Bunu en iyi örnekleyen tasımlama, yani kurallı karşılaştırmadır. Bu da doğruluğu kabul edilen iki yargıdan üçüncü bir yargıyı çıkarma işidir.
Örneğin:
“Taşlar katı olur.”
“Mermer bir taştır.”
“Mermer de katıdır.”
Burada üç şey arasında ilgi kurmaktayız: Katı şeyler, taş, mermer. Taşların katılığını, mermerin de taş olduğunu kimse yadsıyamaz. Bundan üçüncü yargıyı çıkarıyoruz: “Mermer de katıdır.”
Tartışmacı Anlatımı Gerektiren Yazı ve Konuşma Türleri
Tartışmacı Anlatımın Kullanıldığı Metin Türleri
Başta da söylediğimiz gibi, hemen her türde tartışmacı anlatıma başvurulabilir. Ne ki kimi yazı ve konuşma türleri özellikle bu anlatım biçiminin yönlendirmesiyle oluşur.
Örneğin:
a- Eleştiri
b- Münazara
Bunların yanı sıra
a- Deneme
b- Makale
c- Fıkra
d- Röportaj
e- Açık oturum
f- Panel
…
gibi türlerde de sık sık tartışmacı anlatıma yer verilir...
Hemen belirtelim ki, açıklayıcı anlatım biçimiyle tartışmacı anlatım biçimi, uygulamada sık sık kesişir. Çünkü, açıklamanın eleştirel düşünüşe yaslandırılmış biçimidir tartışmacı anlatım.
Tartışmacı anlatımın ereğine ulaşması, önerme ve düşünme yöntemlerinin çok iyi kullanılmasına bağlıdır. Bu da belirli bir yazı ve konuşma türünün tekelinde değildir. Romanlarda, öykü ve oyunlarda bile kişilerin tartışmacı yöntemle karakterlerinin çizildiğini, belirlendiğini görebiliriz. Ancak bizim burada anlayacağımız tartışmacı anlatım biçimi daha çok düşün yazıları diye adlandırdığımız eleştiri, makale, fıkra, deneme, röportaj... gibi türlerde kullanılandır. Kuşkusuz tartışmayı gerektiren sözlü anlatım türlerinde olduğu gibi.
Metin Örnekleri
YÜZYILLIK BİR TARTIŞMA
Türk tiyatrosuna, kendi gösteri geleneklerimizden yararlanarak mı. yoksa Batı örneklerine özenilerek mi varılır? Bu soru yüzyıldır tartışılıyor.
Şair Evlenmesi, tiyatroculuğumuza (la) sesini verdiğinden bu yana. Âli Bey. Ayyar Hamza’sı, Ahmet Vefik Paşa yerli oyunmuş duygusu veren Moliere uygulamaları, Teodor Kasap: Pinti Hamit’i. İşkilli Memo’su, ama daha da çok Hayal dergisinde açtığı ilginç ve yürekli kampanyası ile Şinasi’nin çığ- nnı destekleyip sürdürdüler. Ne var ki, Tanzimat kırması bir Avrupa hayranlığının at oynattığı aydınlar, daha doğrusu yarı-aydınlar ortamında yankı bulamadılar. Hele Namık Kemal, biraz sonra da Abdülhak Hâmit biçim bakımından Batı kalıplarına kapılınca tiyatro tarihimizin ilk “biz bize benzeriz” cilleri azınlıkta kaldılar. O günden sonra da Türk tiyatrosunun kaderi en az bir doksan yıl için çizilmiş oldu. Arada Fecr-i Âti'nin ölü doğan, halk damarından kopmuş kavanoz edebiyatı tiyatroya da el atıp Şahabettin Süleyman'ın kaleminden acayip yapıtlar sunduğu ve gidişin sakatlığını gülünce varan bir sivrilikle vurguladığı halde yine de uyanan olmadı. Başkent seçkinlerinin tek tiyatrosu sayılan Darülbedayi’nin ilk oyun dağarcığına bir göz atın: