Betimleme canlı cansız varlık ya da eşyanın dış görüntüsünün ve içerik özelliklerinin sözlü veya yazılı olarak resmedilmesidir. Betimleme doğrudan yani nesnel ve izlenimci olmak üzere ikiye ayrılır. Betimlemeyi yapan kişinin betimlenen nesne ile ilgili zihninde yer eden düşünceleri yorumlayarak aktarması izlenimci betimlemedir. Betimlenen nesne ya da varlığın bilinen özelliklerinin olduğu gibi aktarılması ise nesnel betimlemedir.

İzlenimci betimleme de anlatımda yalnızca kullanılmaz, öteki anlatım biçimleriyle birlikte kullanılır, onları destekler. Düşüncelerimize görünürlük kazandırma, anlatımı renklendirme, okuyucunun hayal gücünü kamçılama bu tür betimlemenin görevlerindendir. Betimleme yöntemleri arasındaki farkları ve anlatımda betimlemenin yalnız başına kullanılmadığını şu öyküleme paragraflarında net bir şekilde görebiliriz:

İzlenimci Betimleme:

“Adam uzun kavak ağaçları ile kaplı yolda sessiz adımlarla kulağına fısıldayan rüzgara aldırış etmeden ürkek evlerin gölgesinde köşe başına doğru ilerliyordu.”

Şimdi aynı paragrafın nesnel biçimine bakalım:

“Adam yolda yürüyordu. Yol boyunca uzun kavak ağaçları vardı. Rüzgar esiyordu. Evlerin gölgeleri arasından yavaş yavaş köşe başına doğru ilerledi.”

Bu paragraflarda betimlemenin yanı sıra öyküleme kullanılmıştır.

Bu örnekteki gibi, çokluk öbür anlatım biçimlerini destekler betimleme; bir başına kullanımı oldukça seyrektir. Ayrıca uzun uzadıya yapılacak betimlemeler de okuyucuyu sıkar. Kaldı ki bu anlatım biçimine, varlıkları nitelikleriyle tanıtıp zihnimizde canlandırmak için başvururuz. Oysaki varlıkların yalnızca niteliklerim değilonların ne olduğunu, ne yaptığını, anlam ve değerlerini de öğrenmek isteriz. Bunlara bağlanmadan yapılan betimlemeler elbette ki sıkıcı olur.

Burada sözünü ettiğimiz betimleme, duyularımızdan kaynaklanan İzlenimci betimlemedir.

Betimleme ve Duyularımız

İzlenimci betimleme duyularımıza dayanır. Çünkü varlıkların belirleyici özelliklerini duyularımızın yardımlarıyla seçeriz. Örneğin, “Elma kırmızıdır.” dediğimizde gerçekte görme yoluyla edindiğimiz bir ayrıntıyı veririz. Bunun gibi, onunla ilgili olarak “tatlı”, “mayhoş”, “pütürlü” derken de tatma ve dokunma duyularımızı kullanmış oluruz.

Başarılı bir betimleme yapmamız, beş duyumuzu tam olarak kullanmaya, ayrıca gözlem gücümüzden yararlanmamıza bağlıdır. Çünkü bir varlığı tanıtma, onun benzerlerinde de olan ortak niteliklerini sayıp dökmekle olmaz. Örneğin, bir atı betimlerken “dört ayaklı, iki kulaklı, uzunca kuyruklu, hem binek hem de yük hayvanı olarak kullanılan evcil, yararlı, insanın dostu güzel bir yaratıktır.” dersek belirli nitelikleri vermiş olmayız. Bu yolda bir anlatım bizim tanıtmak istediğimiz atı, okuyucumuzun zihninde canlandırmaz. Gerçi okuyucu, bir at düşünür. Ama bu belirli değil, herhangi bir attır. Bunun böyle olması doğaldır. Ortaya konan ayrıntılar ortak ve geneldir. Her atta dört ayak vardır ama, hiçbir atın ayakları bir başka atınkine tam olarak benzemez; ayrılan yanları vardır. İşte başarılı bir betimleme, bu ayrımları görmekle yapılır. Bu da hem gözlemi, hem de ayrıntıları karşılayacak zengin bir söz dağarcığını gerektirir.

Ayrıntıları seçememe, gözlem yapamamanın bir sonucu olduğu gibi, ayrıntıları karşılayacak sözcükleri bulamamanın da sonucudur. Örneğin bir ses duyuyoruz. Ama bu ses nasıl bir sesti? Çığlık mı? Feryat mı? Bağırma mı? Böğürme mi? Gürültü mü? Ayırıp adlandırmamız gerekir bu sesi iyice belirtebilmek için.

Betimlemelerde çokluk belirli bir duyumuz ağır basar. Ayrıntıları da o duyumuza göre seçeriz.

Şu paragrafa bakalım:

“Avlu, gene eskisi gibi kapalı bir mahzen rutubetiyle ıslaktı ve aptes hane taze gübre, bulaşık suyu, yanık tezek, kuyruk yağı, insan teri ve saire nevinden birtakım gönül bulandırıcı kokularla doluydu. Selma Hanım’ın bütün vücudu, şiddetli bir tiksinti İle sarsıldı. Bununla beraber eski oturduğu evde, gördüğü her şey gibi bu koku da ona yabancı değildi. Avluyu ikiye bölen tahtaboşa yaklaşınca hava daha ziyade ağırlaştı.”

Bu paragrafta yazarın koklanın duyusu anır banıyor, ayrıntıların tünü onu göre seçilmiş. Okuyucuda uyanacak izlenim de doğal olarak bu duyuyla ilgili olacaktır. Demek oluyor ki, izlenim: betimlemiş, belli bir duyuya ya da duyuların karışımına göre yapılan betimlemedir.

Betimleme Yöntemleri

Yapacağımız betimlemenin yazıda başarılı olması, okuyucumuzun üzerinde uyandıracağımız etkiyi, bu etkiyi sağlamada kullanacağımız ayrıntıları açıkça bilmemizi gerektirir. Ne ki, bunlar da bir başına yetmez. Ayrıntıları hangi yöntemlerle, hangi yollarla vereceğimizi de bilmemiz gerekir. Bunlara geçmeden önce ayrıntıların seçimi üzerinde kısaca duralım.

Ayrıntıların Seçimi

Ayrıntı, varlıkları birbirinden ayırmaya yarayan temel özelliklerdir. Başka bir deyişle, varlığın kendindenliğini hazırlayan yönlerdir.

Bir varlıkla ilgili betimlemede, ayrıntıların tümünü vermek olanağın dışındadır. Bu, ancak açıklayıcı ya da teknik betimlemedi-bir sayıp dökme olarak yapılabilir. Ama izlenimci betimlemede seçme yapmamız gerekir. Seçmeyi, okuyucumuza vereceğimiz izlenime göre yaparız. Bunun için de şu iki soruyu sormamız yararlı olur:

1-      Betimleyeceğimiz varlığın kendindenliğini yapan, onu benzerlerinden ayıran canlı nitelikler nelerdir?

2-      Bu niteliklerden hangileri, betimleyeceğimiz varlığı, okuyucunun zihninde canlandırabilir, ona görünürlük kazandırabilir?

Canlılık ve görünürlük, ayrıntı seçiminde bağlı kalacağınız ¡l kelerdir. Bir ayrıntı eğer dikkatimizi kamçılıyor, üzerimizde vurucu bir etki yaratıyorsa, onda canlılık ve görünürlük niteliği vardır.

Karşıtlıklardan yararlanma yoluyla da kimi ayrıntılar seçiliyor: “Bataklıkların kış ve yaz görünümü, sürülmüş bitek tarlalarla ürkünç kayalıklar. Toros’un karlı doruklarıyla boş verimsiz kıraç toprakları…”

Seçtiğimiz ayrıntılar, ne denli canlı, vurucu ve ilginç olursa olsun bunları belli bir sıraya göre vermek zorundayız. Diyelim ki bir yeri, bir ağacı, bir koruluğu, bir dağı, bir dostumuzu betimleyeceğiz. Bunlarla ilgili ayrıntıları gelişigüzel verirsek hiçbir etki yaratanlayız. Çünkü betimlemenin, yazının bütünlüğü içinde bir görevi vardır. Bu, bir öykünün özünü yansıtma; olayların akış ve bağlanışını sağlama, tip ve karakterlerin oluşumunu hazırlama, çevre yönünden bir katkıda bulunma gibi çeşitli açılardan olabilir. Böyle olmazsa, yazıda gereksiz bir yük birtakım sıfatlarla süslü biçimler yaratma niteliğini kazanır betimleme. Bu da yazımızı başarısız yapacaktır.

Sözgelimi, Ömer Seyfettin’in «Kurbağa Duası» adlı öyküsünden alınan şu yer betimlemesine bir bakalım:

“Burası mesut zamanlardan taptaze kalmış bir cennetin hayaline benziyordu. Sanki tarih denen fırtınanın rüzgârları bu asırlık çınar ağaçlarının arasından, beyaz, münzevi binanın sakin çatısı üstünden hiç geçmemişti. Etrafta setleri olmazsa tabii bir göl sanılacak derecede büyük havuz, zümrüt gölgeler içinde, nilüfer rüyalar açmış uyuyordu”

Yazarın, “burası” diye adlandırdığı bu yeri gözümüzün önünde kolayca canlandıramıyoruz. Bu, seçilen ayrıntıların hem genel oluşundan hem de belli bir izlenimi, bizde uyandıracak biçimde verilmeyişinden ileri gelmektedir. Ayrıntıları nasıl vermeli, nasıl kullanmalıyız? Bunun yöntemleri nelerdir?

Belli Bir İzlenime Göre:Betimleyeceğimiz varlıkları, hangi türden olursa olsun, okuyucumuzun zihninde canlandırma amacıyla onu belli bir izlenime göre tanıtmaya çalışırız. Ayrıntıların tümünü, bu izlenimi yansıtacak biçimde seçeriz. Bu da yukarıda da değindiğimiz gibi, beş duyumuzdan birini etkin olarak kullanmamızı gerektirir. Ayrıntılar bir tek duyuya göre yoğunlaşacağından bu yöntemle yapılan betimleme daha etkilidir.

Şu örnek bu türdendir:

“Güneş, Tozak kırına kocaman bir ateş dağı gibi çökmüştü. Tozak kırı yanıyordu. Taçları gonca iken solmuş gelin güvey otları kuşekmekleri. çoban çantaları, koyungözleri tamtakır kuruyup kalmışlardı. Bir deri bir kemik yılanlar, tarla sıçanları, emecenler, kurumuş yeşilistan böcüleri, sinecek bir gölge, girecek bir delik arıyorlardı. Kanları sanki buhar olup uçmuş, serçe kuşları ateşler içinde yanan toprağa düşüyor, lokma lokma ölüyorlardı.

Toprak yanıyordu.

Tozak kırının bir karış altı ak pur taşlarıyla sımsıkı kitlenmişti. Pur taşlarının üstündeki toprak yanıyordu. Yana yana yanacak yeri kalmamıştı. Kül olmuştu. Otlar kavrulmuştu. Yılanlar, tarla sıçanları, emecenler, yeşilistan böcüleri bu küllükte oradan oraya sürünüyorlardı. Lodos esmiyordu. Eserse arada bir "çanak kurutan” yelleri esiyordu ki o da hangi daha büyük cehennemden esiyorsa, Tozak kırına yanıtın yalımları getiriyordu. Kıracın yoluna dikkatli bakanlar, yanım otların dumanını, kanları uçan böcülerin buharını görebiliyor; hatta duyabiliyordu.”

Fakir HAYKURT

Değişmeyen Bir Noktaya Göre:Varlıkları betimlerken, duran, belli bir noktayı çıkış yeri olarak seçme, varlığın ayırıcı niteliklerini seçtiğimiz bu noktaya göre verme, yaygın yöntemlerden biridir. Biz bir şeyi ya sağdan sola, ya yukarıdan aşağı ya da bunların karşıt yönleriyle betimlemeye çalışırız. Bu yönleri de belirli bir noktaya göre seçeriz. Ama bu noktayı nasıl saptarız? Yazıda ister belirtelim, ister belirtmeyelim ayrıntıları seçen bir gözlemci vardır Bu gözlemci üçüncü kişi olabileceği gibi, yazar ya da yazıdaki kahramanlardan biri de olabilir. İşte bu noktayı gözlemcinin kendisi, varlığa bakış yönüne göre seçer, seçtiği noktadan itibaren belli bir sıra izleyerek ayrıntıları verir.

Şu örnek bu yöntemle yapılmıştır.

“Ve atını çevirip aşağıya ovaya baktı. Bir geniş yayla parçası, bazı yerlerde yeşilimsi, bazı yerlerde sarımtırak ve ufuklara doğru mor renklerle dalga dalga alabildiğine uzanıyor, yayılıyordu. Göz, ilk bakıştan İtibaren bu toprak dalgalarını takip etmekten yorulur ve yüreğe bir gurbet acısı çöker. Selma Hanım’da da öyle oldu ve başını Ankara'dan yana çevirdi. Ankara, taş ve toprak yığınlarından yapılmış bir kabataslak ehramı andırıyordu. Ve Etlik'ten görünüşü gibi müleheyyiç değildi. Selma Hanım, yalnız yüksekliğin verdiği bir neşve içinde idi ve aşağıda bulunmadığına seviniyordu.”

Betimleyen belirtilmemiş ama. Ankara’ya belli bir noktadan bakılmakta, hem betimleyen, hem de betimlenen hareket etmemektedir. Ankara ovasına yüksekçe bir noktadan bakılıyor, göz, ağır ağır bu ovayı tarayarak topluca Ankara’nın görünüşünü çiziyor.

Değişen Bir Noktaya Göre: Bu yöntemde gözlemci belli bir noktaya göre, durarak ayrıntıları vermez. Bir noktadan diğerine atlayarak, sıçrayışlar halinde bütünlüğü yansıtmaya çalışır. Gene Ankara'nın genel görünüşüyle ilgili olan şu betimlemeye bakalım:

“Daha şehre girmeden evvel gözünüze çarpan manzara, iki yassı tepenin arasındaki geçidiyle tabii bir istihkâm manzarasıdır. Bu intiba şehrin etrafından, ona hâkim yerlerden bakarken pek küçük farklarla ancak değişir Çankaya sırtları, Çiftlik, Baraj yolları, Etlik. Keçiören bağları, velhasıl litreden bakarsanız bakınız, cam gibi keskin bir ışık altında bu kaleyi, bütün çizgilerini ve arazi terkiplerini kendisinde topladığı, ufuk, hep aynı sükûnetle hâkim görürsünüz. Bazen geniş sağrısını rüzgâra vermiş bir harp gemisi gibi zaman ve hadiselerin denizinde çevik ve kudretli yüzer, bazen iç kale bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınak olur, bazen bir kartal yuvası gibi erişilmesi imkânsız yükselir. Velhasıl bu geniş ova, bu arızalı toprak, yürüdüğümüz yolun her dönümünde her tesadüfte karşımıza daima onun hep kendisi olan vakur ve ihtişamlı çehrelerini, sert darbeli uçuşlara, büyük ve amansız süzülüşlere, kanlı savaşlara, gür zafer narasına ve açık alınlı, ölüme alışkın bu kartal yuvasının saat ve mesafeyle çizgileri ancak değişen dinamik sükûnunu çıkarır.”

Yazar, belli ve değişmeyen bir noktaya göre değil, değişen noktalara göre Ankara’nın görünüşünü epik bir hava yaratacak biçimde betimliyor.

Karşılaştırmalara Göre: Betimleyeceğimiz varlık ya da durum çok geniş bir alana yayılmışsa ona görünürlük kazandırma da zorlaşır. Böyle durumlarda ayrıntılara birlik verme koşuluyla, büyük varlığı, yer yer küçük varlıklarla karşılaştırarak görünür hale getiririz. Bu, bir yönden imge yaratma olduğu kadar hazır imge (imaj) lerden de yararlanma yoludur. Şu paragraftaki betimleme öğeleri bu yöntemle elde edilmiştir:

“Harap yalılar, şişmiş ve çürümüş cesetler gibi suların keyfine uymuş aşağıda sahile vura vura, cansız ve çürük kımıldanır görünürlerken yukarıda, tepedeki kara ve ufak evler, kargalar gibi simsiyah, sanki bu naaşların üzerine inecek zamanı gözlüyorlar ve kayalara konmuşlar, havanın pusu içinde kabarmış, hareketsiz bekleşiyorlardı. Gökte rüzgârın, aşağıda denizin çalkalandığı ve yükseklerde tepelerin indirdiği bu su bolluğu, bu rutubet içinde köy gecenin ıslak abasını başına çekerek şu yalçın kaya dibinde bir serseri gibi çömelip kayıtsız uykuya varmıştı; ne ses, ne aydınlık vardı.”

Refik Halit KARAY

Karışık Yöntem: Yukarıya aldığımız dört betimleme yolu ayrı ayrı kullanıldığı gibi karışık olarak da kullanılır. Bu, konuya; yazarın tutumuna bağlıdır; yazar bunlardan herhangi birini seçer. Genellikle dört yöntemin karışımı daha fazla kullanılır. İster tek tek; isterse karışım olarak kullanılsın bir betimlemenin başarısı, gözleme; duyularımızı kullanmaya, belirtici ayrıntıları seçmeye, seçtiğimiz ayrıntıları karşılayacak sözcükleri bulmaya dayanır.

Duygu ve Düşüncelerin Betimlenmesi

Betimleme gerektiren nedenlerden birinin belirli bir izlenim ya da duyguyu okuyucumuza iletme olduğunu belirtmiştik. Çünkü varlıkların dış görüntüsüyle bu görüntüyle karşı karşıya gelenlerin duyguları arasında sıkı bir bağlantı vardır. Bu yönden duygu yanımız fiziksel yaşamımızın bir parçası gibidir. Duygu ve düşüncelerimizin betimlenmesi de genel anlamda fiziksel yaşantımızdan ayrılmaz.

Duygu ve düşüncelerimiz iki şekilde belirlenir: Bedensel değişmelerde, eylemlerimizde. Sinirlenmiş, öfkeli, kızgın birini düşünelim: Yüz sararır, gözler yuvalarından dışarı fırlayacakmış gibi olur. El ayak titrer... Kısaca, adamın her günkü görünüşü, davranışı değişmiştir. Demek oluyor ki, bu tensel değişmelerle adamın o andaki duygu ve düşüncelerini betimleyebiliriz. Nitekim bundan duygu ve düşüncelerin betimlenişinde geniş ölçüde yararlanılır. Kimi yazma kitaplarında duygu ve düşüncelerin betimlenmesine yanlış bir adlandırmayla tahlil denilir. Oysa örneklerde göreceğimiz gibi, bu eylem ve davranışlara yönelmiş bir betimlemedir. Kaldı ki anlatım biçimlerini yazı yazma amacımız doğurur. Bunları da daha önce açıklamıştık.

Şu örneği görelim. Bize duygu ve düşüncelerin eylemlere bakmak, onları yorumlamak suretiyle çizebileceğini gösterir:

“Şilte ve yorgan tutuşmuş gibi vücudumu alevler içinde hissediyorum. Yorganı attım ve yatağın içinde oturdum. İçimde büyük bir boşluk açıldı. Kalbimin çırpıntısından başka hiçbir şuurum kalmamıştı. Bu deruni boşluğu doldurmak için etrafa kulak verdim. Erenköy, mırıldanıyor. Birden vücudum gevşedi. Başımı yatağa koydum. Hafif bir titreme. Uyuşukluğa benzer bir uyku istidadı. Hafif dalıp uyumalar ve küçük kâbuslar, ismimi çağırıyorlar gibi. Yatağımın başında fısıldaşmalar. hayatımla münasebeti olmayan kısa bir rüya. Sonra ani bir uyanıklık, şuursuz bazı hatıralar. Dikkatin birdenbire artması. Bir hadise beklemek. Dizimde hafif bir sızı. Zorlukla dönüyorum, sağlam dizimi kasıyorum. Bir rahatlık. Gevşiyorum. Göğsümün üstünde kat kat yelekler çözülüyormuş gibi bir hafifleme var. Dalıyorum.”

Peyami SAFA

Mizahi anlatım nerelerde kullanılır?

Konumuzun özelliğine, okuyucu üzerinde yaratmak istediğimiz etkiye göre hemen her yazıda betimleyici anlatım kullanılabilir. Ancak kimi yazılarda betimleyici anlatımın yeri oldukça sınırlıdır. Sözgelimi, bir gazete makalesinde ya da bir fıkrada, bir deneme ve eleştiride açıklayıcı, tartışmacı anlatıma göre betimleyici anlatımın yeri sınırlıdır. Buna karşın romanlarda, öykülerde, röportajlarda, gezi yazılarında betimleyici anlatım daha çok kullanılabilir. Özellikle yer betimlemeleri, insan betimlemeleri, duygu ve düşünce betimlemeleri roman ve öykülerde daha çok kullanılır. Hemen belirtelim ki, “oturduğunuz sokağı”, ya da “en iyi tanıdığınız bir arkadaşı”, “çok sevdiğiniz bir doğa parçasını” betimleyiniz... gibi verilen sınıf içi ya da sınıf dışı yazılı anlatım çalışmaları dışında bir yazıyı salt betimleyici bir anlatımla oluşturmak olanaksızdır. Öteki anlatım biçimleri gibi…

Betimleyici anlatımın kullanıldığı metin türleri

a-      Roman

b-      Hikaye

c-       Masal

d-      Fabl

e-      Şiir

Öğretici metin türünde olanlar:

a-      Gezi yazısı

b-      Deneme

c-       Günlük

d-      Anı

Türlerinde betimleyici anlatım kullanılmıştır.

Türk Edebiyatında özellikle roman türünde betimleyici anlatım sıklıkla kullanılmıştır.

Betimleyici anlatımın özellikleri nelerdir?

a-      Betimleyici anlatımda amaç okurun ya da dinleyicinin zihninde olay, yer, zaman, kişi gibi unsurların kısmen veya tamamen canlandırılmasını sağlamaktır.

b-      Betimleyici anlatımda çoğunlukla sıfatlar kullanılır.

c-       Bu anlatım türünde süslü sanatlı bir üslup kullanılır.

d-      Dil heyecana bağlı işlevindedir.

e-      Betimleyici anlatımda varlık eşya ya da nesnelerin betimlemesi dıştan içe, genelden özele doğru yapılır.

Ayrıca bakınız sıfat çeşitleri...