KONFERANS TÜRÜ VE ÖZELLİKLERİ
Konferans Nedir?
Konferans verme
Sanat, siyaset, bilim, edebiyat gibi herhangi bir alanda çoğunlukla güncel bir konuda o konuya ilgi duyan insanlar önünde yapılan tek kişilik konuşmalara konferans denir. Bu tür konuşmalarda bilimsellik ön plandadır. Konuşmacı ilgili konuda görüş ve düşüncelerini farklı bir bakış açısı ile ortaya koyar.
Konferansın Özellikleri
1- Konferansta sözlerin dilbilgisi kurallarına uygun olarak düzenlenmesi, savruk sözlerden kaçınılması gerekir. Sözlerin, açık, anlam ve kavramları en iyi şekilde yansıtacak nitelikte olmasına çok önem verilmelidir.
2- Bir konferansın süresi bir saati geçmemelidir. Gereğinden fazla uzatılan konferanslar, dinleyenlerin ilgisini dağıtır, onlara usanç verir. Yersiz ve taşkın el ve kol hareketleri, mimik tavırlar, çalımlar (jestler) konuşmanın değerini düşürür.
3- Bu tür konuşmalarda ses tonunun ayarı da çok önemlidir. Seslerin anlamsız ve biçimsiz yükseltilip alçaltılmaları, hecelerin uzatılıp kısaltılmaları konuşmanın ahengini bozacağı gibi, tekdüzen (monoton) konuşmalar da dinleyicilere usanç verir.
4- Konuşma türü olarak konferansın en başat ve belirleyici özelliği, öğretici olması, duygusal ve coşkulu bir ton taşımamasıdır. Ağırbaşlı, belirli bir amaca yöneliktir konferans.
Konferansta Konu
Konular değişik bilim, bilgi dallarıyla, edebiyat ve sanat alanından seçilebilir. Konu seçiminde dinleyicilerin durumu, ilgi ve gereksinimleri göz önünde tutulmalıdır. Konular, dinleyicilerin ilgisini çekecek nitelikte olmalıdır. Öte yandan konferansçı, konuyu dağıtmadan derli toplu bir biçimde, düşünsel bir düzenle sunmalı, birlik ve bütünlüğü bozmamalı konuyu işlerken.
Konferansta Dil - Üslup
Konunun seçimi, seçilen konunun birlik ve bütünlük içinde sunuluşu kadar konferansçının kullandığı dil de oldukça önemlidir. Dil açık, akıcı olmalı, anlatım terimlere boğulmamak. Süre yönünden de dinleyicilerin sabrını taşırmayacak, onları yormayacak denli kısa olmalıdır.
Konu ve dil üslup özellikleri belirlendikten sonra konferansçının en önemli işi, konunun gerektirdiği bilgileri, düşünceleri, o konu üzerinde dinleyicilerine sunacağı görüşleri bulmaktır. Bunun için değişik kaynaklara başvurup bilgi toplamalıdır. Kuşkusuz bu bilgilerin herkesin bildiği, sıradan, orta malı, geçerliğini yitirmiş şeyler olmamalıdır. Bunun için iyi bir konferansçı, değişik kaynaklardan topladığı bilgileri toplu bir değerlendirmeden geçirip bunların hangilerini kullanacağını, hangilerini kullanamayacağını kararlaştırır. Sonra konferansının planını hazırlar. Planını hazırlarken şu noktalara bağlı kalmaya çalışır: Konuyu sunma ve tanıtma, amacı, söyleyeceklerine vereceği sıra, dinleyicilerin kafasında o konuyla ilgili doğabilecek sorular ve bunların yanıtları, sözü belirli bir sonuca vardırarak bağlama...
Aşağıdaki örnekte konferans metinlerinde bulunması gerekli ağırbaşlılık, öğreticilik, açık ve aydınlık bir anlatım gibi özellikleri bulabiliriz:
Konferans Örneği:
EDEBİYATI SEVMEK
Sayın dinleyicilerim,
Değerli şair ve sevgili dostum Behçet Necatigil, beni Eğitim Enstitüsü’nde konuşmaya çağırdığı zaman, ilk aklıma gelen şey, sizlere yazdığım hikaye ve romanlardan söz açmak, sanat anlayışımı belirtmek olmuştu.
Ama sonra caydım bundan. Düşündüm ki, koskoca Türk edebiyatının durmadan gelişen yüce zinciri içinde benim yerim olsa olsa, bir halkalıktır. Belki o bile değildir. Dolayısıyla, sizlere, şiiri, hikayesi ve romanıyla edebiyatı sevmenin, bu sevgiden cayılmazlığın nedenlerini açıklamaya çalışırsam, daha yerinde bir iş yapmış olurum diye düşündüm. Gene düşündüm ki, bir romancıyı, bir hikayeciyi, bir şairi tanımak, sevmek, yalnız onu dinlemek yetmez kimseye. Asıl olan, edebiyatı bütünü ile sevmektir.
Böylece konumu seçtim ve konuşmamın adını «Edebiyatı Sevmek» koydum.
Bilirsiniz, her insanın kendine özgü birtakım merakları, tutkuları vardır. Kimi çiçek sever, kimi köpek sever, kimi futbolu, kimi sinemayı, kimi denizi sever. Gene, her insanın içinde yaşadığı toplum kendisini şu ya da bu şekilde incitmiş yaralamışsa, o yaraları sarmaya çabaladığı özel sığınakları vardır. Dertlerini çözümleyememiş, daha açıkçası, yaşama sürecinde düş kırıklıklarına uğrayarak mutlu olamamış kimseler, işte artık, bir korunma içgüdüsüyle, bu sığınaklarda barınırlar. Kimi gider alkole sığınır; kiminin gözü karşı cinsten olanlarla ilişkiler kurmaktan öteye hiçbir şeyi görmez olur; kimisi nikotine, kimisi uyuşturucu maddelere dadanır. Kimi insan kumar masasından hiç kalkmak istemez, kumara varını yoğunu yatırır. Voltaire, “Bir tutkun öbürünü yutmuş, sen de kendini düzelttiğini sanıyorsun” diye istediğince alay etsin; aramızda, birkaç sığmağa birden başvuranlar da eksik değildir hiçbir zaman.
Kimimizin sığmağı ise edebiyattır ne diyeyim. Güzel bir şiirin mısraları, bir romanın sayfaları, bizi alır, başka dünyalara çeker götürür. Yalan, nasıl insanoğlunun katı gerçekler karşısında başvurduğu cayılmaz sığınaklarından biridir. Güzel yazılmış bir şiirin bizi bambaşka bir dünyanın içine attığını, bir romanın sayfalarında kendimizi unutuşumuzu hangimiz yadsıyabiliriz?
Ancak, edebiyatın öbür olumsuz sığınaklardan ayrılan yanı, onun, aynı zamanda hem kendi kendimizi, hem de başkalarını tanımamızda, durumlarla davranışları kavrayabilmemizde geçerli bir araç niteliğini göstermesi; bize yeni özler katabilmesi; önceleri gördüğü ile yetinen gözlerimizin önüne çok renkli, çok çeşitli, çok daha geniş ve uzak ufuklar açmasıdır.”