İlk insanı anlamanın bir yolu da çağdaş ilkel insanlara bakmak… Tiyatro tarihçileri bu yola sık sık sapıyorlar. İlk insanlar üzerine söyledikleri daha çok bu yoldan edindikleri bilgilere dayanıyor, diyebiliriz. Biz de çağdaş ilkel insanların danslarını, tiyatro olaylarını gözden geçirelim, örnekler verelim.
Av getirme, ya da av çoğaltma dansları var, yağmur yağdırma, güneş açtırma dansları var, savaş dansları var. Hep bir amaca yönelen danslar. Bu arada bir amacı olmadığı söylenen danslar da var. Hatırlamak için, bir olayı yeniden yaşamanın tadmı tatmak için edildiği sanılıyor o dansların.
Avustralya yerlilerinin Canoe Dansı da o çeşit danslara örnek olarak gösteriliyor. “Canoe” yerli kayığı demek, hafif kayık. Dans şöyle:
Kadınlar, erkekler sıra sıra diziliyorlar. Ellerine soplar alıyorlar; kürek yerine. Vücutlar hareket etmeye başlıyor, sopalar da küreklerin suya girip çıkışım örnek alan bir ritme uyuyor. Hep birlikte bu ritme kendilerini kaptırıp gidiyorlar.
Yakın, belli bir amacı yok bu dansın. Bir tat alma, bir “zevk” işi daha çok. Günlük amaçlara yönelen danslardan bu çeşit danslara geçiş, sanat yolunda ileri doğru atılmış bir adımdır. Bunların arkasından komediler, aşk hikayeleri gelecek.
Bir Amaca Yönelen Danslar
Kuzey Missouri’deki Mandan Kızılderililerinin etsiz kaldıkları zaman başvurdukları dansa “Buffalo Gel” dansı deniyor. Tanrılar bu isteğe karşılık vermekte gecikir, yaban öküzlerini göndermezlerse, dans sona ermiyor, günlerce devam ediyor; aralarla, dans edenler değişe değişe. Gözcüler bir Buffalo sürüsünün göründüğü haberini getirince, dans da bitiyor. Şöyle dans ediyorlar:
On iki kişi buffalo kılığına giriyor, boynuzlu buffalo kafaları takıyorlar, kuyruk takıyorlar, sonra bir çember çizerek başlıyorlar dönmeye. İlk yorulup düşen vurulmuş sayılıyor, taklit hareketlerle derisi yüzülüyor. Sonra onun yerine bir başkası giriyor, yeniden başlıyorlar.
Toprağa verilen önem arttıkça yağmur yağdırma danslarının önemi de artıyor. Güney Batı Kızılderilileri arasında büyücünün en önemli işi yağmurculuktur. Günümüzde yalnızca ilkel topluluklarda değil, ilkel olmayan topluluklarda da yağmur yağdırma törenleri yapıldığını biliyoruz.
İki Savaş Dansı
Hindistan’ın kuzey doğusunda Naga’ların bir savaş dansı:
Önce savaşçılar geçiyor sırayla, sonra birlikte ilerliyor, geri çekiliyorlar, tıpkı bir savaştaymış gibi korunuyor, kaçmıyor, mızraklarını savuruyorlar. Savaş düzeni içinde sürünerek geliyorlar, yere yapışıyorlar iyice, yalnızca kalkanlardan bir çizgi görünüyor. Düşmana yeterince yaklaşınca fırlayıp saldırıyorlar. Düşmanlarını öldürünce yerden çimenleri kökleriyle birlikte söküp çıkarıyorlar, baltalarıyla vurup ikiye bölüyorlar, böylece kafalar da kesilmiş oluyor. Öldürdükleri adamların kafaları (çimen kökleri) omuzlarında köye dönüyorlar. Köyde kadınlar onları zafer türküleri, danslarla karşılıyor.
Borneo yerlilerinin bir savaş dansı, ya da oyunu:
Bir savaşçı ayağındaki dikeni çıkarmakta, ama çevresinde pusuya yatmış bir düşman olabilir diye, silahları elinin altında, hep tetik duruyor. Gerçekten de bir düşman birdenbire ortaya çıkıveriyor, saldırmalar, savunmalar, sonra bir atılış, düşman yere düşüp ölüyor. Sözsüz oyunla kafası kesiliyor... Derken korkunç bir şey anlaşılıyor, savaşçı bir düşmanı değil, kendi kardeşini öldürmüş bilmeden. Dans dayanılmaz bir havaya giriyor, savaşçı üzüntüden kendini kaybediyor, çırpınmaya başlıyor. Bunun üzerine büyücü çıkıyor ortaya, yaptığı büyülerle onu çıldırmaktan kurtarıyor.